banner565

banner472

banner458

banner457

Prof.Dr. Ömer Faruk Çolak: “Krizde dibi geride bırakmadık”  “Ekonomi ve politik çıpa AB olmalıdır”

Ekonomist Prof.Dr. Ömer Faruk Çolak ile Türkiye ekonomisinin bugünü ve yarınını konuştuk. Ekonomideki dalgalanmayı ‘kriz’ olarak tanımlayan Çolak, kötünün geride kaldığına inanmayanlardan. Çolak, Türkiye’nin tüm coğrafyalar içinde özel dinamizmi olan bir ülke olduğunu da hatırlatarak ekonomide ve politikada AB çıpasının yeniden gündeme alınmasını istiyor.

EKONOMİST 01.08.2019, 07:54 29.08.2019, 13:40
10517
Prof.Dr. Ömer Faruk Çolak: “Krizde dibi geride bırakmadık”  “Ekonomi ve politik çıpa AB olmalıdır”

Türkiye ekonomisi 2018 yılı ikinci yarısından itibaren önemli bir finansal dalgalanma ile karşı karşıya kaldı. Makro ekonomik dengeler büyük ölçüde bozuldu. Bu bozulmayı siz nasıl tanımlıyorsunuz?
Ömer Faruk Çolak: Türkiye ekonomisindeki makroekonomik dengelerin bozulmasının altında yatan temel olgu hem iç hem dış dengenin bozulmasıdır. Burada dış denge ile kastımız ise dışarıda cari açık, içeride bütçe açığıdır. Esasında bu bozulma birden bire olan bir gelişme değil. Türkiye ekonomisinin krize girme sinyalleri 2014’ten bu yana güçlü şekilde geliyordu. Burada kastedilen;  2014’ten bu yana enflasyon yükselmeye devam etti ve yükseliş oranı arttı. Cari açık devam etti. Ne zamana kadar? Krizin patlak verdiği 2018 yılına kadar. Ama esas krizin patlak verdiği tarih 2017’dir. Biz göz ardı ettik. İşin özünde cari açık ve bütçe açığı bir sonuç değişkenidir.
Burada çok kimsenin dile getirmediği olguyu dile getirmek isterim. Türkiye ekonomisi ülke yönetiminin tek parti idaresine geçtiği 2017’nin ortasından yani tek kişiye bağlı kontrol edilmesiyle kurumsal kimliği zayıflama başladı. Kurumsal zayıflama başlıyorsa bir sonraki dönemde sorun yaşayacağı kesindir. Bir ülkede cari açığı azaltmanın yolu ithalat ve ihracat yapısından geçer. İthalatın önemli kısmı ara malı. Başka malı üretmek için mal ithal etmek zorunda olan ülkeyiz. Türkiye ciddi bir ara malı ithal eder hale getirildi. Basit bir örnek ile getirelim. Türkiye tarımda net ihracatçıydı. Şimdi ise ithalatçı oldu. Un için buğday ithal eder hale geldi ya da sosis üretmek için yurtdışından et ithal eder noktaya geldi. Bu hale gelişimizde sadece para ve maliyet politikası değil ülkedeki sektörlere bakış önemli oldu.

2011 ve 2012’de nasıl rekor büyümeyi sağladık?
Ömer Faruk Çolak: Tabii Türkiye hızlı büyüdü. Yeni safi yurtiçi hesaplama yöntemine göre 2011 ve 2012’de dünyanın en hızlı büyüyen ekonomisi oldu. Nasıl oldu? Ya da tasarrufunu artırmadan nasıl oldu da büyüdü? Bunun altında yatan etken sermaye hareketleriydi. Türkiye kısa süreli sermaye hareketlerinin girdiği ve bankacılık sektörünün sendikasyon kredisi alarak reel sektörü finanse ettiği ekonomi haline geldi. Esasında cari açık veren veya vererek büyümek zorunda kalan, tasarruf açığı olan ülkede sermaye hareketlerinin bir sakıncası yok. Tabii ki kısa vadede olması kısmen sakıncalı. Ama aldığınız kredinin nerede kullanıldığı önemli. Türkiye ne yazık ki bu süreçte yani 17 yıllık sürede bazı sektörler kayırmış hale geldi.
Dış ticarete konu olma yan inşaat sektörüne ciddi kaynak aktardı. Bankacılık sektörünün kredi dağılımında inşaat sektörü birinci sırada yer alıyor. Bu krizin altında inşaat sektörünün etkisi vardır. Bu bizim için yeni bir olgu gibi görülebilir, oysa 2008 krizi doğru düzgün analiz edilseydi görülecektiki. İrlanda, Yunanistan krizlerinin altında inşaat krizi yatıyordu. Bir ülkede gayrimenkul veya inşaata kaynak aktarmak uzun vadede krize davet çıkarmaktır. İktisat tarihinde yaşanan krizin en büyüğü olan 1929 krizi de inşaat sektöründen patlak vermiştir. Dolayısıyla finansal kriz ile reel sektör krizi birlikte işlenmiştir ve Türkiye ekonomisi için yeni bir olgudur. İşsizliğin birden birde artmasının nedeni budur. Ki son rakamlara göre 4 milyon 550 bin işsiz bulunuyor.

Sizce ekonomik krizde dibi gördük mü?
Ömer Faruk Çolak: Türkiye’de şu anda yaşanan hem reel sektör, hem finans krizdir. Krizin bankacılık sektörü üzerindeki etkisi sınırlı kalmıştır. Bunun nedeni koalisyon hükümetinin IMF doğrultusunda getirdiği Basel I ve Basel II uygulanmasının en azından son döneme kadar tutturulmasıdır. Yani bankaların sermaye yeterliliğinin yüksek olması birinci rol oynamıştır. Burada Türkiye’de reel sektör sadece talep krizi değil borçlanma krizi de yaşamaktadır. Reel sektörün döviz cinsinden borcu oldukça yüksektir. Bu önümüzdeki yıllarda yani 2020’de devam edecektir. Bana göre krizin büyük ateşi ve patlaması yaşanmamıştır.

Bozulmalar sonrasında ise birbiri ardına açıklanan yeni ekonomik programlarla karşı karşıya kaldık. Programları ve hedeflerini yorumlar mısınız?
Ömer Faruk Çolak: Bu programlar, arka arkaya seçim sürecine katkı vermek için yapılmıştı. Bu programlarda ciddi sorunlar var. Hedefler tutmadığı gibi programlar da işe yaramadı. Bunlara program değil teşvik paketleri demek lazım. Şunu da söylemekte fayda var; piyasa ekonomisinde özel sektörün temsilcileri devletçi olmuş, devletten vergi ve sigorta teşviki istiyor. Acaba biz devletçi ekonomiye geri mi döndük? Hatırlıyorum; Birkaç ay önce ‘Türkiye’de liberal aranıyor’ diye yazı yazdım. En büyük özel sektör temsilcileri de devletten teşvik almadan yaşayamayacağını söyledi. Bu özel sektörün finans ve sermaye yapısının zayıflığını, ayakta kalma konusunda devletten yardım beklediğini gösteriyor. Bu da gelir dağılımı ve servet dağılımını değiştiren, sermaye sahiplerini kollayan yapılanmadır. Bu yapılanmanın uzun dönem sorun yaratacağını biraz okuma yapan öğrenecektir.
Seçimler bitti ve teşvikler de bitti. Türkiye ekonomisine ilişkin karmaşa devam ediyor. Bu tür destek ve teşviklerin sakıncası; bütüncül, işbirlikçi ve üniversiteler veya STK’lar ile konuşulmadan tepeden inmeci yöntemlerle yapılması. Bu tür ülkelerin ekonomilerine crony (yandaş) kapitalizm deniyor. Bu ülkeler arasında Çin, Rusya ve Türkiye var. Çin örneğin yoksulluğu ve gelir dağılımını düzeltemiyor. Rusya ekonomik olarak ciddiye alınmayacak bir ülke. Petrol ve doğalgaz olmasa bütçe dengesi kalmayacak. Rusya kronik kapitalizmin en kötü, en otoriter kullanılan sistemidir.

Ekonomide dengelenme kavramını günümüz koşullarıyla yorumlayabilir misiniz? Bu sürece girdik mi?
Ömer Faruk Çolak: Dengelenme sürecine girmedik. Girebilmek için paketlerin programların planlamaya dönmesi lazım. Daha farklı planlama lazım, 5 yıllık planlama değil daha farklı olmalı. AB’de açıklanan programlara bakılabilir. ABD’de açıklanan paketler izlenebilir. Şimdi denge ile denilen şey hem potansiyel ve istikrarlı büyüme sağlanmalı hem fiyat istikrarı, işsizliğin düşürülmesi vs. Sağlıklı büyüme olmadığı için de işsizlik oranları yüzde 10’ların altına inmiyor. Şu anda cari açıktaki azalma ekonomideki küçülmenin yansımasıdır. Ekonomi küçülünce daha az ara mal ithal etmek zorunda kalıyorsunuz. Ama ürettiğini satacak yer yok. TL’nin bu kadar değer yitirdiği süreçte ihracatta artış oranı kabul edilebilir düzeyde. Dolayısıyla cari açıkta azalma sağlıklı ekonomi değil durgunluğun devam ettiğinin ve önümüzdeki çeyrekte devam edeceğinin bir göstergesi.

Ekonomik küçülmenin çıkışı için hangi yol haritasını izlemek doğru olur?
Ömer Faruk Çolak: Buradan çıkış için ilk önce; siyasal ve politik gelişmelerde istikrar sağlamak ardından da ekonomik gelişmelere odaklanmak gerekiyor. Siyasal ve politik konuya ilişkin: Türkiye’ye 2018’de kabul edilen tek kişi tek parti yönetimi dar gelmiştir. Hatta hem ekonomisine hem siyasal yapılanmasına dar gelmiştir. İktisadi yapılanmasına dar gelmesinin işareti yaşanılan krizdir. Siyasal yapılanmasına dar gelmesinin işareti de son yerel seçimlerin iktidar partisi tarafından kaybedilmiş olmasıdır. Ekonomik istikrarı sağlamanın yolu Anayasa değişikliğidir. Anayasa değişikliği de STK’ların özgürlükleri konuşan üniversitelerin işbirliğinde parlamentoda onaylanmalıdır. Parlamentoda kısmen bu zemin vardır. Türkiye parlamento rejimine dönmek zorundadır. Hatta 1982 Anayasası’ndan önce var olan senatoyu da yürütmenin denetlenmesi için getirmelidir. Yürütme şu anda yasamayı ve yargıyı kontrol eder hale gelmiştir; güven problemi olduğu TÜİK istatistiklerine dahi yansımıştır. Bu nedenle Türkiye’den kapalı veya açık, sermaye çıkışı kimi zaman yasal olmayan yollardan (muhasebe yöntemiyle yapılması) çıkmıştır. Portföy ve hisse senetlerine gelen sermaye miktarı ciddi biçimde azalmıştır. İktisadi olarak yapılması gereken ise;  teşvik sistemi  plan ve programa oturtulmadır. Bu da iktisatçıların işidir. Hükümet bağımsız iktisatçılardan oluşan kurul kurup yeni ekonomik programı oluşturmalıdır. Bu program yüksek teknolojiye geçişi de öngörmelidir. Hükümet, piyasalara, teşebbüse yol veren modele dönmelidir.

Ekonominin en önemli sorunu nedir?
Ömer Faruk Çolak: En önemli sorun güven, daha sonra istihdamdır. Çünkü istihdam sosyal yapılanmayı bozar. Sosyal yapılanması bozuk olan yerlerde güven kötüye gitmektedir. Örneğin; Afrika ekonomik olarak feci durumdadır, Latin Amerika da feci durumdadır. Çünkü güven ve istikrar yoktur. Bu yönüyle de birbirine benzer. Türkiye’de sosyal devlet kimliği korunsaydı eminim savunma politikalarına bu kadar kaynak ayrılmayacaktı. Son olarak Türkiye ekonomisinin dinamikleri var. Yadsıyamayız. İslam ülkeleri içinde eksikliklerine rağmen demokratik olarak iktidarı değiştiren tek ülkeyiz. Bu özelliklerimizle de Japonya’yı dışarıda bırakalım ne Asya ülkesiyiz, ne de Latin Amerika. Türkiye’nin kendini kıyaslayacağı ülke varsa o da ABD, AB ülkeleriyle, Yeni Zelanda, Kanada’dır. Çünkü bu ülkeler arasına girebilecek konumdayız. Geciktik bile. 1980 Darbesi ve otoriter Anayasa ile gecikmeyi ileriye taşıdık. Tersine dönünce 10 yılda farkı görebiliriz. Türkiye’nin temel çıpası AB olmalıdır. Hem ekonomik hem politik olarak.

Yorumlar (0)