banner565

banner472

banner458

banner457

Merkez Bankası’na süre verilmeli: Enflasyon sabır gerektiriyor

TÜSİAD-Koç Üniversitesi işbirliğinde kurulan Ekonomik Araştırmalar Forumu’nun düzenlendiği ‘Enflasyon Dinamikleri ve Çözüm Önerileri’ konferansı online olarak gerçekleştirildi.

HABER 01.03.2021, 00:01 29.03.2021, 15:31
22339
Merkez Bankası’na süre verilmeli: Enflasyon sabır gerektiriyor

Konferansa katılan ekonomistler, enflasyonunun gelir dağılımını olumsuz etkilediğini belirterek, bundan sonrası için uygulanması gereken politikaları irdeledi.
TÜSİAD-Koç Üniversitesi işbirliğinde kurulan Ekonomik Araştırmalar Forumu’nun düzenlediği “Enflasyon Dinamikleri ve Çözüm Önerileri” başlıklı konferans online olarak gerçekleştirildi. TÜSİAD (Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği) Yönetim Kurulu ve Ekonomi ve Finans Yuvarlak Masa Başkanı Barış Oran, ekonomide en birinci önceliğin fiyat istikrarı olduğunu belirterek, “ Enflasyonla mücadelenin yalnızca para politikası ile sağlanamayacağını, bunun bütünsel bir iktisadi çerçevede ele alınması gerektiğini düşünüyorum. Özellikle maliye politikası tarafında, bu sürece destek veren kapsamlı bir programın netleşmesi de enflasyonla mücadele sürecine katkı sağlayacaktır” diye konuştu.
Türkiye ekonomisine emsal kabul edilen gelişmekte olan ülkelerde enflasyon oranının yüzde 3-4 bandında seyrederken, ülkemizde enflasyonun yüzde 15’lere yakın olduğuna dikkat çeken Oran, fiyat istikrarının sağlanmasıyla hem yatırımların artacağı hem de sağlıklı büyümeye kavuşulan yeni bir dönem olacağını aktardı.

“Enflasyonla mücadelenin zorluklarına sabır gösterilmeli”
Konferansın panel bölümünün moderatörlüğünü yürüten Koç Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Selva Demiralp, enflasyonla mücadeleyi sorgularken ne yapılması gerektiği hususuna odaklandı. Enflasyonun gelir dağılımını olumsuz etkilediğinin ve belirsizlik yarattığının altını çizen Demiralp, makroekonomik pek çok problemin altında enflasyon olduğunu açıkladı.
Merkez Bankası eski Baş Ekonomisti ve Bilkent Üniversitesi Öğretim Üyesi Hakan Kara, enflasyon dinamiklerindeki bozulmanın uzun zamandır devam ettiğini belirterek, “Enflasyon 2010 yılından bu yana bozuluyor. Bozulma sonrası hemen ‘Merkez Bankası reel faiz versin bu işi çözelim’ yaklaşımı olmaz. Enflasyonla mücadele kolay değil. Merkez Bankası’nın şu andaki kararlı duruşunu uzun sürekli devam ettirmesi gerekiyor” dedi.
Maliyet enflasyonu ile talep enflasyonunun birbirine karıştırıldığını ve ikisinin bazen aynı şey olabileceğini kaydeden Kara, “Maliyet artışı denilince kurdan bahsediyoruz. Peki Türkiye’de döviz kurunu ne belirliyor: Dış açık. Kredi ise cari açık ile birebir ilişkili. Kredi neyle ilişkili? Taleple. Dolayısıyla talep ile kur arasındaki bağ aslında güçlü… Ne zaman ekonomi yavaşlasa KGF ve bankalar krediyi coşturup ekonomiyi canlandırmaya çalışıyor. Para politikasını Merkez Bankası değil kamu bankaları ile BDDK yapıyor. Bunu ortadan kaldırmak lazım. Kamu bankaları ile kredilendirme konusunu halletmek lazım. Talep politikasını Merkez Bankası yapmalı” açıklamasını yaptı.
Maliyet enflasyonunu ise emtia fiyatları, kur veya dünya genelindeki gıda fiyatlarının belirlediğini hatırlatan Kara, “Buna bir şey yapmaya gerek yok. İtibarı yüksek Merkez Bankası iseniz; enflasyonla mücadelede kredibilite sağlanmışsa bunun geçici durum olduğu söylenebilir. Ama şu anda enflasyon o kadar yüksek ki maliyet enflasyonuna Merkez Bankası tepki vermek durumunda kalıyor” diye konuştu.
Hakan Kara, enflasyonunun şu anda çok yüksek olmadığını, geçmişte yüzde 20’lerin görüldüğünü hatırlatarak, Merkez Bankası’na (MB) daha da sıkılaştırıcı politika uygulaması için biraz hareket alanı sağlanması gerektiğini ifade etti: “MB’nin işini yapmasına izin verelim. Kısa vadede doğru sıkılaştırma yapılırsa belki yılın ikinci yarısında piyasayı destekleyecek gevşek politika uygulayabilir. Enflasyonla mücadele sabır işidir. Merkez Bankası gerekeni yapacak ama bu gerekeni yaptığında oluşacak maliyete sabır etmek lazım.”
Hakan Kara, enflasyonun nasıl düşürüleceği sorusunu da yanıtladı: “Merkez Bankası’nın faiz indirimini uzun süre gündeme alması mümkün değildir. Ayrıca tahminler çıpa niteliği taşımıyor. Gerçekçi olmak lazım. Bu sene yüzde 9.4 tutmayabilir. Şunu da bilmek gerekiyor Merkez Bankası faizi artırırsa kötü bir şey olmuyor, tepkisiz kalırsa sorun oluyor. Merkez Bankası’nın çalışmaları sadece faiz ile ilgili de değil, esas olay itibarı ve inandırıcılığı iyileştirmek. Merkez Bankası doğruları yapmaya başladı, bundan sonrasını yapmaya devam etmesini nasıl garanti edebiliriz? Kurumsallaşmayla. Şu anda doğru politikalar var ama arka plan aynı. Gücü kontrol edecek, liyakatin teşvik edildiği mekanizmayı işlevsel hale getirmek gerekiyor. İlk aşamada MB’nin kanununda değişiklik yapılmalı… Sonuç olarak: yapısal problemler var ama bence iş yine doğru para politikasında bitiyor. MB’yi rahat bırakmak ve kurumsal mimarisini düzeltmek en kritik iş. Bunu yaparken diğer yapısal alanda ilerleme sağlanırsa enflasyonla mücadelenin maliyetini asgariye indirmiş oluruz.”

“Enflasyon için şok program uygulanmalı”
Ekonomist Murat Üçer, ‘Enflasyonu neden düşüremedik?’ sorusunu; “Çünkü büyümek istedik. Faizi de düşük tutmak istedik. Özünde perhiz yapmadan zayıflamak istedik. Enflasyon bana göre çok komplike değil. Evet maliyet tarafı geçici olarak etkileyebiliyor. Ama son tahlilde enflasyonu belirleyen iki nokta var: Çıktı açığı ve arz-talep dengesi” diye yanıtladı.
Arzın talepten fazla koşturulmasıyla enflasyon oluştuğunun altını çizen Üçer, bunun yapısallıkla ilişkisi bulunmadığını savundu. Ülkede faizi düşük tutup büyümeyi sağlama yaklaşımı olduğunu belirten Üçer, “Hiçbir zaman Türkiye’de enflasyona öncelik verilmedi. 2010’lardan bu yana uygulanan faiz koridoru ile Türkiye’yi yüzde 5’ler dengesine oturtuyoruz. Yüzde 5 enflasyon, yüzde 5 cari açık, yüzde 5 büyüme.  Koridor neydi; faizi yükseltmek zorunda kaldım ama ilk fırsatta düşüreceğim mekanizması. Bu enflasyon hedeflemesi ruhuna aykırı bir şey.  Meşhur imkansızlık üçgeni çerçevesinde biraz faizi biraz kuru esnekleştireyim, enflasyonu tutturayım diyorsunuz ama öncelik anlaşılmıyor. İnsanlar hedefleri anlamıyor. Türkiye 10 yıldır bu süreçte” diye konuştu.
Murat Üçer, enflasyonu düşürmek konusunda farklı politika uygulanması gerektiğini dile getirdi: “Enflasyonu düşürmek için şok bir terapi mi yoksa yavaş yavaş bir politika mı uygulanmalı? Benim kanaatim; Paul Walker dezenflasyonu tarzı yaklaşım lazım. 6 puanlık ataleti kırmanın başka yolu yok. Ya da 3 senelik program yapıp o programın arkasında duracağımıza dair taahhüt mekanizmaları geliştirip göstermeniz gerekiyor. Sadece sabır kendi içerisinde yeterli değil.”
Türkiye’de olması gerekenin tartışılmadığını, piyasaya çok kulak verildiğini kaydeden Üçer, “Gündemde piyasa analistlerinin tayin ettiği şeyleri konuşuyoruz. Oysa enflasyonla mücadele için yöntemlerin paylaşılması, tartışılması lazım. Şu anda doğru yola girdik ama kesinlikle yeterli değil. Bir bedel ödemeden dezenflasyon yapılması mümkün değil” dedi.

Enflasyon tutturulur mu?
Merkez Bankası’nın yıl sonu yüzde 9.4 enflasyon hedeflemesinin tutmasının zor bir tahmin olduğunu belirten Murat Üçer, şu noktalara değindi: “Yüzde 9.4’te ısrarcı olmamak lazımdı. Yüzde 12 hedefi konup önümüzdeki dönem yüzde 7 seviyesi konabilirdi. Hedef tutmuyor, tahmin de tutmuyor. Şunu tartışmak lazım: Reel faiz bu ekonomide yeniden dengelenmeyi sağlayacak düzeyde midir? Daha neler yapılabilir? Geçmiş ile araya bir mesafe konulup yeni ekonomik program yazılmalıdır. Böylece daha yüksek enflasyon anlatılabilir. Oysa biz hala aynı bütçe açığını konuşuyoruz. İşin özünde ise Türkiye’de para politikasının daha da sıkılaştırılması lazım. Maliye politikasının da çok hedefli şekilde bunun yaratacağı sorunlara odaklanması lazım.”

“Enflasyonun kaç olacağının toplumsal mutabakatı yok”
Ekonomist Burcu Ünüvar, enflasyonla mücadelede toplumsal mutabakat olsa da enflasyonun kaça düşürüleceği konusunda mutabakatın çatladığını aktardı: “Enflasyon düşsün ama büyümeyi riske etmeyecek kadar düşsün yaklaşımı var. Yani iktisat politikasını yapan ile para politikası yapan arasında uyuşmazlık var.” Kuvvetli büyüme olmasına rağmen istihdam yaratmada istenilen noktada olunmadığını paylaşan Ünüvar, bu sıkıntıya bir de yüksek enflasyonun eklendiğini kaydederek bu iki noktaya odaklanılmasını istedi.
MB’ye güvenin çok sarsıldığını vurgulayan Ünüvar, MB’nin daha ikna edici ve kullandığı araçlarda bir miktar keskin ve net olması gerektiğini söyledi. Ünüvar, MB’nin büyümeye, istihdama en büyük katkısının fiyat istikrarıyla olacağını savundu: “Ancak burada vade uyuşmazlığı var. Bırakınız enflasyon yaratsın, bırakınız büyüsün diyemeyeceğimiz bir noktadayız. Suya sabuna dokunmayan genellikle söylenen ‘enflasyon düşsün ama tek hane olsun’ yerine daha açıklanabilir, hepimizin uzlaştığı bir seviyeye gelmesi ve para politikası o nokta çerçevesinde yürütülmeli. Ülke olarak her sabah kalkıp yüzümüzü yıkayınca yüzde 6 enflasyonla uyanıyoruz. Ama artık karar verip kalıcı olarak düşürmek istiyor muyuz? Kalıcı olarak düşürmek için ne kadar süre bedel ödemeyi kabul ediyoruz? Kısa vadede bedel ödemeyince de sürekli bedel ödeyen bir ülke haline geliyoruz.”

“Gıda sektörü için 3 konuya odaklanılmalı”
TÜSİAD Gıda, İçecek ve Tarım Çalışma Grubu Başkanı Mehmet Aktaş, gıda konusunun insan hakları sorunu olduğunu belirterek, “Türkiye’de 2017’den bu yana dünya gıda fiyatlarından ayrışan bir yapı görülüyor. Temel mesele bu aralığı daraltmak ve bir anda yüzde 25’lik gıda fiyatları artışıyla karşılaşmamak” dedi. Türk tarım sektörünün yapısal sorunları bulunduğuna değinen Aktaş, çözüm için de yürütülmesi gereken çalışmaları şöyle anlattı: “Türkiye’de tarımın değer zinciri çok katmanlı ve çok uzun. Bu değer zincirine gereklilik perspektifinden bakılmalı ve sağlıklı yönetilmesi gerekiyor. İkinci konu; temel sektörlerdeki dış girdi bağlılığı. Türk hayvancılık sektöründe 25 milyon ton karma yem tüketiliyor. Bu tüketimin 11 milyon tonluk kısmı için ithalat yapılıyor ve 4.5 milyar dolarlık fatura ödeniyor. Hayvancılık sektöründeki üretim maliyetlerin yüzde 70’ini yem oluşturuyor. Et, süt, yumurta fiyatları artıyor denildiğinde dünyadaki gıda hammaddelerinin fiyatlarına bakılıyor, yüzde 45 oranında dışa bağımlı.”
Türkiye’nin kendi hammaddesini yetiştirebileceğini dile getiren Aktaş, yerlileştirme için toprakların tahsis edilmesi gerektiğini söyledi. Hayvancılık yatırımlarının 3 kat artmasına rağmen beslenme alanlarının 1 kat arttığını kaydeden Aktaş, devletin üretim çiftlikleri olduğunu ve buralarda yem üretilerek ihtiyacın karşılanabileceğini ifade etti. Aktaş, tarım sektörü için üçüncü önemli konunun verimlilik olduğunu aktardı: “Ciddi verimlilik sorunu var. Ülkemizde tarımsal üretim altyapısı öncelikle küçük ölçekli. Çok sayıda küçük işletme var, bu işletmelerin teknoloji ve finansmana erişiminde sıkıntı var. Yapısal mikro reform ile üreticinin ne ekeceği, kime satacağı gibi mekanizma ile güvence altına alınması için koordinasyon mekanizması kurulmalı. Üreticinin gelir açığı sigorta sistemi veya farklı bir mekanizma ile desteklenmeli. Üreticiyi yaşat ki tüketici yaşasın."

Yorumlar (0)