banner565

banner472

banner458

banner457

AB Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış

Durgun bir zaman aralığından sonra AB ile müzakere süreci 2013 yılında yeniden canlanıyor.

KAPAK 01.03.2013, 09:44 01.03.2013, 09:44
10008
AB Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış



2001 yılında, büyük bir toplumsal heyecan ve görkemli törenlerle başlattığımız AB ile Müzakere Süreci AB’nin kurucusu ve önde gelen güçleri olan Almanya ve Fransa hükümetleri tarafından politik bir süreç haline getirildi ve zaman içinde hızını kaybetti. Hatta Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nin AB dönem başkanlığı yaptığı 2012 yılının ikinci yarısında AB fotoğrafına girmeyi reddetti. Ancak, gerek AB Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış’ın İrlanda’nın dönem başkanlığında yeniden AB fotoğrafında yer alması, gerekse Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın AB ülkeleri büyükelçilerine verdiği yemekte Türkiye’nin AB tam üyeliği vizyonunu kuvvetle vurgulaması 2013 yılının Türkiye-AB ilişkilerinde açılan yeni bir sayfa olacağını gösterdi.
Güncelleşen Türkiye-AB ilişkilerini okurlarımıza birinci ağızdan yansıtmak amacıyla AB Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış ile konuştuk:

AB fotoğrafına yeniden girdik, buna ne gibi simgesel anlam yüklemeliyiz?
Egemen Bağış:
Öncelikle AB fotoğrafından hiç çıkmadığımızı belirtmek isterim. Avrupa Birliği (AB) üyeliği hedefi, yarım asırdan buyana Türkiye Cumhuriyeti için bir devlet politikası olmuş, Türkiye’nin evrensel değerleri savunan ve bu değerleri kucaklayan vizyonunun en önemli parçası olarak görülmüştür. Bu nedenle Türkiye, ilk başvuruyu yaptığı 1959 yılından itibaren AB fotoğrafının bir parçasıdır. Fotoğraf bazen net değildi ya da renkleri soluktu, kimi zaman da fotoğrafı çekenler bizi görmek istemedi ama biz her zaman AB fotoğrafındaydık.
2012 yılının ikinci yarısında AB fotoğrafında yer almadığımızın nedeni fotoğrafı Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (GKRY) çekmesidir. Tanımadığımız bir yönetimin çektiği fotoğrafta tabi ki yer almadık, ama AB’nin tüm kurumlarıyla işbirliği ve diyaloğumuz bu dönemde de devam etti.
Son 6 aylık dönemde başta Avrupa Komisyonu olmak üzere Avrupa Parlamentosu ve diğer AB kurumları ile mevcut ilişkilerimizi yakın bir işbirliği içinde sürdürdük. Nitekim bu dönemde, müzakere sürecine ivme kazandırmak amacıyla Pozitif Gündem adı altında yeni bir işbirliği mekanizması geliştirdik. Resmi müzakere sürecine bir alternatif olmayan, aksine müzakere sürecini destekleyen bir çalışma yöntemi olan Pozitif Gündem kapsamında farklı alanlarda önemli adımlar attık. Örneğin bu kapsamda kurulan çalışma gruplarının yürüttüğü çalışmalar sonucunda 3 fasılda 4 kapanış kriterinin karşılandığı Avrupa Komisyonu tarafından teyit edildi. Ayrıca, vize konusunda Avrupa Birliği Konseyi, Avrupa Komisyonuna nihai hedefi Türk vatandaşlarına yönelik Schengen vizesinin kaldırılması olan vize muafiyeti diyaloğu sürecini başlatmak konusunda yetki verdi.
Tüm bu gelişmeler de göstermektedir ki Türkiye AB fotoğrafından hiç çıkmadı, sadece Kıbrıs meselesinde hiçbir şekilde çözümden yana bir tutum sergilemeyen ve her surette konuyu Türkiye’nin AB üyeliğini istismar etmek için kullanan GKRY’nin sözde AB Dönem Başkanlığına ilişkin haklı tutumunu korudu o kadar.

Son yılların verdiği görünüm olarak Türkiye AB’den uzaklaşıyordu. Bu süreç tersine mi dönüyor veya dönecek mi?
Egemen Bağış:
Öncelikle şunun altını çizmek isterim ki, Avrupa Birliği’ne katılım sürecini Cumhuriyetimizin ilanından sonraki en önemli çağdaşlaşma projesi olarak kabul eden Hükümetimiz, Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde bu milli davaya en fazla hizmet etmiş Cumhuriyet hükümetleridir.
1959 yılında yola çıkılan AB sürecinden, 45 yıl sonra müzakerelerin başlatılmasını Hükümetimiz sağlamıştır. Avrupa Birliği, Cumhuriyetimizin demokratikleşme ve çağdaşlaşma idealleri açısından yarım asır boyunca Türkiye’ye önemli bir perspektif sağlamış, ülkemizin muasır medeniyet yolculuğu Avrupa Birliği’ne entegrasyon süreciyle yönünü belirlemiştir.
Ancak müzakerelere başlamamızın üzerinden yedi yıl geçmesine ve Türkiye bu yolda gerekenleri yapmaya devam etmesine rağmen ne yazık ki ne arzu ettiğimiz, ne de hak ettiğimiz noktadayız. Türkiye bugün sadece AB müktesebatının gereklerini yerine getirmekle meşgul olmuyor, daha önce hiçbir ülkenin karşılaşmadığı uygulamalarla mücadele etmek zorunda kalıyor.
Şu ana kadar 13 fasıl müzakerelere açılmış, bir tanesi geçici olarak kapatılmıştır. Açılmayan 20 fasıldan 17’si AB Konseyi veya bazı üye ülkelerin siyasi nitelikli engellemeleri nedeniyle bloke edilmiş durumdadır. Fransa 5 faslı, GKRY 6 faslı hiçbir teknik gerekçe olmaksızın bloke etmektedir. Ayrıca Aralık 2006 tarihinde, AB Konseyinin aldığı karar çerçevesinde 8 fasıl müzakerelere açılmamakta, hiçbir fasıl ise resmi olarak kapatılmamaktadır. Geçmiş genişlemelerde görülmemiş bir biçimde müzakere fasıllarının yarısı siyasi nedenlerden dolayı açılamamaktadır.
Bu durum, AB’nin kendi koyduğu kurallara, kendi oluşturduğu mekanizmalara kendisinin riayet etmediğini göstermektedir ve Türk halkı nezdinde AB’ye olan güvenin azalmasına neden olmaktadır. Ancak mevcut durumu bir uzaklaşma olarak değerlendirmek doğru değildir. Müzakere sürecinde yaşanan bu tıkanıklık Türkiye’nin reform takvimini değiştirememiş, yavaşlatamamıştır. Hükümet olarak göreve geldiğimiz ilk günden itibaren AB perspektifini her zaman canlı tuttuk ve AB standartlarını yakalamak için kararlı bir reform süreci yürüttük. Nitekim Devlet Bakanı ve Başmüzakereci olarak göreve başladığım 2009 Ocak ayından itibaren AB müktesebatına uyum çerçevesinde, toplam 555 düzenleme yürürlüğe girmiştir. Bu rakam sadece 2012 yılı için, 130’dur. Ayrıca ilk Ulusal Programın yayınlandığı 2001 yılından bu yana yaklaşık 2000 adet mevzuatın yürürlüğe girdiği göz önünde bulundurulursa, Hükümetimizin reform sürecine ilişkin kararlılığı daha net ortaya çıkmaktadır. Sürece olan bağlılığımızın en açık göstergelerinden biri de hiç şüphesiz, 2011 yılında Avrupa Birliği Bakanlığının ihdas edilmesidir.
Öte yandan, AB sürecindeki kararlılığımız, içinde bulunduğumuz çok kutuplu uluslararası sistemde Türkiye’nin başka bölgelerle ve örgütlerle işbirliği geliştirmesine engel değildir. Hükümetimizin dış politikası, Batı dünyası, İslam coğrafyası ve Avrasya ülkeleri arasında bir denge üzerinde yükselmektedir. Bu politika, Türkiye’nin üstünde bulunduğu coğrafi konumun ve uluslararası politika koşullarının gereğidir. Dolayısıyla ülkemizin dünyanın farklı bölgelerinde izlediği aktif dış politika AB sürecinden uzaklaştığının bir göstergesi değildir. AB sürecini kararlılıkla devam ettiren ülkemiz çok yönlü dış politikası kapsamında farklı bölgelerle ve ülkelerle işbirliği geliştirmeyi sürdürecektir.

2013’TE MÜZAKEREDE KISIR DÖNGÜNÜN KIRILMASINI BEKLİYORUZ
Kapatılan müzakere başlıklarını yeniden açılması ve müzakereye hiç açılmamış başlıkların açılması açısından 2013 yılını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Egemen Bağış: AB üyeliği yolunda atılan önemli adımların, gerçekleştirdiğimiz reformların resmi müzakere sürecine yansımasını istemek en doğal hakkımızdır. Kuralları, aktörleri, yapıları belli olan, kriterleriyle, izlenmesiyle, raporlarıyla teknik olması gereken müzakere süreci tamamen politize edilmiştir. Siyasi blokajlardan dolayı, son 5 dönem başkanlığında, diğer bir deyişle 2.5 yıldır tek bir fasıl müzakereye açılamamıştır. Dolayısıyla, 2013 yılından en önemli beklentimiz müzakere sürecinde yaşanan bu kısır döngünün kırılmasıdır. İrlanda Dönem Başkanlığında teknik olarak hazır olduğumuz bazı fasılların açılabileceğini düşünüyor ve bunun için gerekli çalışmaları yürütüyoruz. İlk etapta, Fransa’dan gelen olumlu sinyaller çerçevesinde “Bölgesel Politika ve Yapısal Araçların Koordinasyonu” faslını açabileceğimizi düşünüyoruz. Ancak siyasi blokajların tamamının kalkması halinde Türkiye’nin, 12 ayda 10 faslı, 18 ayda ise 15  faslı açabilecek durumda olduğunun altını çizmek isterim.
İrlanda Dönem Başkanlığı’nda müzakere sürecine ivme kazandırılması gerektiğine ilişkin beklentilerimizi her fırsatta ve her platformda Avrupalı muhataplarımıza iletiyoruz. Son olarak, 11 Şubat tarihinde AB Büyükelçileri ile bir araya gelen Sayın Başbakanımızın da belirttiği gibi biz süreci hızlandırmak noktasında son derece kararlıyız. Ancak asıl önemli olan AB tarafının bu iradeyi göstermesidir. Bu nedenle 2013 yılında AB'den somut adımlar ve kararlar bekliyoruz.

AB EKONOMİSİNDE TOPARLANMA TÜRKİYE’DE OLUMLU GELİŞMELERE NEDEN OLACAK
Bütün yetkin yorumcu odaklar Avrupa krizinin 2013 ortasından başlayarak duracağını ve toparlanmanın başlayacağını söylüyorlar. Eğer doğruysa bu gelişmenin Türkiye ekonomisi 
üzerine pozitif etkilerini yorumlar mısınız?
Egemen Bağış:
Küresel ekonomik görünüm üzerinde de oldukça etkili olan Avrupa Birliği ekonomik görünümü, Türkiye ile yüksek ticaret hacmi ve sermaye akımları nedeniyle genel ekonomik performansımızı önemli ölçüde etkileme gücüne sahiptir. Son dönemde başarılı bir biçimde hayata geçirilen dış ticaretteki pazar çeşitlendirme çabaları ile söz konusu etki bir miktar zayıflamışsa da, Avrupa Birliği’ne yapılan ihracatın, 2011 yılında toplam ihracatın yüzde 46,2’sini oluşturduğu göz önüne alındığında, Avrupa ekonomilerinde yaşanan sorunların Türkiye ekonomisini belirgin bir biçimde etkileme gücü taşıdığı görülmektedir. Dünya ekonomisinde veya Avrupa ekonomisinde başlayacak toparlanma özellikle ihracat performansını olumlu yönde etkileyerek dış ticaret hacmi ve cari açığın düzelmesine, büyümenin artmasına ve dolaylı olarak da vergi gelirlerinin artarak ve kamu maliyesinde olumlu yönde gelişmelere neden olacaktır.
Buna karşılık, reel kesimin ekonomiye duyduğu güvende, bir yıl öncesinin aynı dönemine kıyasla bir iyileşme görülmektedir. Beklendiği gibi bu gelişme temel olarak  dış koşullardaki göreli düzelme sayesinde gerçekleşmiştir. Reel kesimin ekonomiye duyduğu güvenin sınırlı da olsa yükselmesi, yatırım yapma iştahını da sınırlı biçimde artıracaktır. Bu eğilim kalıcı olursa ve finansman koşulları iyi seyrederse iştahın yatırıma dönüşmesi beklenmektedir. Sizin de belirttiğiniz üzere, Avrupa’da finansal kriz açısından en kötünün geride kaldığı kanaati yaygınlaşmış, ABD ise mali uçuruma düşmekten kurtulmuştur. 2012 yılı süresince Birlik nezdinde alınan önlemlerin 2013 yılında meyvesini vermesi beklenmektedir. 2012 yılı boyunca gerçekleştirilen ve Ekonomik ve Parasal Birliğin daha etkin bir biçimde işleyişini sağlamaya yönelik çalışmaların 2013 yılında AB ekonomisine olumlu yansımaları olacağı tahmin edilmektedir. Krizde dibin görüldüğü, bundan sonra tedrici bir iyileşme sürecine girileceği öngörülmektedir. Ayrıca, Avrupa Merkez Bankası müdahaleleri sonrasında AB’de finansal piyasaların dengeli bir görünüm sergilediği gözlenmektedir. Reel sektörde Fransa, İtalya ve İspanya’da durgunluk devam etmekle birlikte, Almanya ve İrlanda’da üretim artışı yaşanmıştır. Aralık ayında açıklanan üretim ve PMI verileri 2012 genelinde yaşanan aşağı yönlü seyrin son bulduğuna yönelik iyimser beklentileri artırmıştır. Dolayısıyla 2012’ye kıyasla daha az riskli bir ortam görülmektedir.

AB İLE SAĞLIKLI BÜTÜNLEŞMEMİZ KOBİ POLİTİKAMIZDA SAKLIDIR
AB politikamızın KOBİ’ler yönünden önemi nedir?
Egemen Bağış: Ülkemiz ekonomisinin temel itici gücü olan sanayi sektörü, gerek yurt içinde arzulanan refah artışı hedefine ulaşmak için, gerekse uluslararası alanda rekabet gücümüzü zirvelere taşımak için üzerinde titizlikle odaklanılması gereken en önemli konulardan biridir.
Bir yanda sanayide, ekonomide ve sosyal standartlarda gelişen dinamikler, diğer yanda küreselleşme olgusu ile artan rekabet ortamı, ülkemiz sanayisinin ve KOBİ’lerinin güçlendirilmesine olan ihtiyacı bir zorunluluk olarak ortaya koymaktadır. Bu bağlamda, iş dünyamızın ve girişimcilik ruhunun desteklenmesi büyük önem taşımaktadır.
Girişimlerin sayısının artırılması ve mevcut girişimlerin daha kuvvetli bir niteliğe kavuşturulması ülkemizin ve AB’nin ekonomik büyüme stratejisinde en öncelikli konudur.  Bu hususlarda ülkemizde kamu kurumları önemli çalışmalar yapmaktadır.  İş dünyamızın kuvvetlendirilmesi AB sürecinde ülkemizin en büyük önceliklerinden birisidir.

Ülkemizin AB’ye entegrasyonu ancak iş dünyamızın başarılı performansı ile sağlıklı gerçekleşebilecektir.

KOBİ’lerin ekonomik anlamdaki etkilerinin yanı sıra, sosyal ve politik hayatta olan etkileri de göz önüne alınmalıdır. Üretimde KOBİ’lerin rolünün artmasıyla, ekonomik ve sosyal hayatta demokratikleşmenin daha kolay geliştiği gözlenmiştir.
Bu durum literatürde aşağıda belirtilen iki sebeple ilişkilendirilmiştir:
1. KOBİ’ler ekonomik alanda elini taşın altına koyup, kendi yetenek ve kapasitelerine güvenmesi dinamik bir toplum yapısının oluşmasını sağlamaktadır.
2. KOBİ ağırlıklı dinamikler ile desteklenen ekonomilerde bireyler ile bireylerin sosyal ve ailevi çekirdeklerinin firmanın içsel dinamikleri ile diğer firma ve kurumlar sistematik ağlar kurulmasına yardımcı olmaktadır. Bu sayede sosyal uyum desteklenmekte ve ortaklaşa eylemler ile yerel ekonomik gelişmenin teşvik edilmesi sağlanacaktır.

KOBİ’lerin ele alındığı 20 no’lu İşletme ve Sanayi Politikası faslı Mart 2007’de müzakereye açılmıştır.

Faslın kapanış kriterinin yerine getirilmesi amacıyla Türkiye Sanayi Stratejisi belgesi hazırlanmıştır. Strateji, 8 farklı yatay alanda iyileştirmelerin yapılarak ülkemizdeki şirketlerin daha yüksek bir rekabet gücüyle faaliyetlerine devam etmesini amaçlamaktadır. Stratejinin vizyonu Avrasya’nın üretim üssü olmaktır. Şirketlerimizin daha kuvvetli bir yapıya kavuşturulması, iş dünyamızın iş yapma becerilerinin artırılması ve daha katma değerli üretim yapılarına geçiş stratejinin nüvesini oluşturmaktadır.

Öte yandan, Avrupa Birliği sürecinde KOBİ’lerin desteklenmesinde referans olması ve rekabet edebilirliğin geliştirilmesi amacıyla Makine Sektörü, Otomotiv sektörü, tekstil sektörü ve turizm sektörü gibi sektör stratejilerinin yanı sıra KOBİ Stratejisi ve Eylem Planı 2011–2013 yılını kapsayacak şekilde güncellenmiştir.

Bu strateji çalışmaları, siz özel sektör temsilcilerinin de sahiplenmesiyle ülkemizde girişimciliğin desteklenmesi, yeni girişimlerin oluşturulması, mevcut girişimlerin ise daha sağlıklı yapıya kazandırılması amacına hizmet edecektir.    

AB destekli KOBİ programları, rekabet edebilirliğin arttırılmasına yönelik gayretlere katkı sağlayan önemli araçlardır.

Ülkemizin üretim potansiyelinin azami dereceye çıkarılması için özellikle kadın girişimci potansiyelimizin desteklenmesi hususuna özel önem vermek istiyorum.

Bu potansiyelin ortaya çıkarılması için TESK ve KOSGEB’in ortak yürüttüğü kadın girişimciliği projesi fonlanmış, kadın girişimcilere uygulamalı girişimcilik eğitimleri verilmiş, kadın girişimcilerinin desteklendiği iş destek merkezleri oluşturulmuştur.

KOBİ’lerin finansmana erişimi konusunda, 2003 yılında 20 milyon Avro ile başlatılan Küçük İşletmeler Kredi Programı, küçük krediler çeşitli aracı bankalar vasıtasıyla küçük işletmelere ulaştırılmaktadır. 2008 yılında başlatılan Küçük İşletmeler  Programı-II, 49 proje ilindeki mikro ve KOBİ’lerin 50 bin avroya kadar finansmanı için 85 milyon avronun üzerindeki kullanılabilir durumdaki fon ile toplam 172 milyon avro kredi hacmi ile 16 binden fazla kredi yaratmıştır..

Küçük İşletmeler Kredi Programı, hükümetimizin, istihdam yaratma, işgücü piyasasını istikrarlı kılma ve KOBİ finansmanını kolaylaştırma politikalarına destek olmaktadır.

Ayrıca finansmana erişimde KOBİ’ler için büyük bir engel, bulunamayan kefalet konusudur. Kredi kefaleti bildiğiniz gibi yeni girişimlerin oluşturulmasında önemli bir araçtır. Teminat yetersizliği kredinin kullanımında bir engel olmamalıdır.

Bu konuda girişimcilerimize destek olmak üzere 1991 yılında kurulan Kredi Garanti Fonu’nun (KGF) sermayesi 2009 yılında 60 milyon TL’den 240 milyon TL’ye yükseltilmiş, KGF’ye 1 milyar TL’lik miktar transfer edilerek kredi garanti kapasitesi 10 milyar TL’ye çıkarılmıştır. 2012 sonu itibarıyla KGF özkaynakları ve Hazine desteğiyle 17.500’e yakın KOBİ’ye 5 milyar TL’den fazla kefalet desteği sağlanmıştır. KOBİ’lerin finansmana erişimini kolaylaştırmak amacıyla, Kredi Garanti Fonu A.Ş.’nin sermaye yapısı iyileştirilmiş ve şube sayısı artırılmıştır.

Bu fonların azami miktarda kullanılması iş dünyamızın çalışmalarını kolaylaştıracaktır. KOBİ’lerimiz kendi rekabetçiliklerini geliştirmek için Avrupa Birliği fonlarından istifade etmelidirler. Belli teknolojik üstünlükleriniz olmadan sadece ucuz işgücü ile rekabet edebilme dönemi geride kalmıştır.

Son yıllarda Türk girişimcilerine yönelik geliştirilen politikalar AB tarafından ödüllere layık görülmektedir. Türkiye, 2011 yılı Avrupa İşletme Ödülü’nde Düzce Üniversitesi, girişimci ruhunun teşvik edilmesi alanında “Birlikte Daha Fazlasını Yapabiliriz” Projesi ile Girişimcilik Ruhunun Geliştirilmesi kategorisinde birincilik ödülünü kazanmıştır. 2012 yılı Avrupa Girişimcilik Teşvik Ödülü’nde de Denizli Belediyesi'nin” Engelliler Çalışıyor Projesi” projesi Sorumlu ve Kapsayıcı Girişimcilik alanında birincilik elde etmiştir.

Küresel Rekabet gücünde son yıllarda öne çıkan önemli bir konu da sektörel ve bölgesel işbirliği kümeleridir. Bilhassa KOBİ’lere uluslararası alanda varlık göstermesine yardımcı olan kümeleme sisteminin ülkemizde daha da yaygınlaştırılmasına ihtiyaç vardır.

Bu çerçevede geçmişte İTKİB Moda Enstitüsü ve Tekstil İşbirliği Kümesi Türkiye-AB Mali İşbirliği kaynaklarıyla desteklenmiştir.

Artan dış ticaret hacmi ve ekonomik performansı ile dünya ekonomisinde her geçen gün daha önemli bir aktör olarak öne çıkan Türkiye, önümüzdeki 10 yıl içerisinde dünyanın en büyük 10 ekonomisi arasında yer almayı hedeflemektedir.

Anılan hedefe bir adım daha yaklaşabilmek için Ekonomi Bakanlığı; “KOBİ İşbirliği ve Kümelenme Projesi”ni hayata geçirmiştir. Proje, “Türkiye’de Kümelenme Politikasının Oluşturulması (2007-2009)” projesinin devamı niteliğindedir. “Türkiye’de Kümelenme Politikasının Oluşturulması” projesi Türkiye genelinde kümelenme alanında farkındalık ve kapasite oluşmasını sağlamış, alanda yapılacak yeni ve kapsamlı çalışmalara zemin hazırlamıştır.

“KOBİ İşbirliği ve Kümelenme Projesi” ile kazanılan deneyimlerin ışığında Türkiye ihracatının hedeflenen seviyelere ulaşması, ihracatımızdaki katma değerli ürünlerin oranının artması, farklı coğrafyalarda ve yeni hedef pazarlarda büyüme sağlanması amacıyla küresel değer zincirleri içerisinde yer alan tüm ülkelerle hem işbirliği yapan hem de rekabet eden Türk firmalarının geliştirilmesi amaçlanmaktadır.

Bizler, küreselleşen ekonomik yapıda iş dünyamızın öneminin farkındayız. Bu konuda etkili faaliyetler gerçekleştiriyoruz. Sizden beklentimiz, çalışmalarımızı takip etmeniz, hem AB fonlarından hem de ulusal fonlarımızdan olabildiğince fazla faydalanıp ülkemiz sanayisini daha rekabet edebilir seviyelere taşımanızdır. Ancak, güçlü bir sanayi yapısı ve kuvvetli bir iş dünyası ile başarılı bir ekonomik performans gösterebilir ve AB ile daha sağlıklı bir bütünleşmeyi gerçekleştirebiliriz.

Yorumlar (0)