banner565

banner472

banner458

banner457

HASSAS DENGE

Türkiye 2013 yılında yüzde 12.6 ile tarihinin en düşük tasarruf oranını yaşadı.Hükümet buradan yola çıkarak, ‘Cebri tasarruf’ dahil bütün tasarruf biçimlerini içeren genel bir politikaya yöneldi. Yine tarihinin en yüksek ‘Borçluluk’ düzeyini yaşayan Türkiye’de bu politikanın imkanları ve açmazları izlenmeye değer olacaktır.

KAPAK 01.12.2013, 20:00 01.12.2013, 20:00
24840
HASSAS DENGE



Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, geçen ay  Orta Vadeli Program’daki hedeflerin geri çekilerek revize edildiğini açıklarken sebep olarak da Türkiye’de toplam tasarruf oranında yüzde 12.6 ile tarihimizin en düşük seviyesine inilmiş olmasını gösterdi. Babacan bu nedenle Hükümet’in önümüzdeki 3 yıl boyunca, “TOPLAM TASARRUF ORANINI ARTIRMA POLİTİKASI” izleyeceğini de açıkladı.

Cari açığın yarattığı ekonomik kırılganlığa hep vurgu yapıldı ama tasarruf açığımızın altı hiç bu kadar kalın çizilmemişti. O halde Babacan ne demek istedi ve önümüdeki üç yılı nasıl okumalıyız?
Bunu anlayabilmek için önce “TASARRUF” kavramının manasını tam olarak kavramamız ve kavramın işaret ettiği ekonomik alanların bütününe ayrı ayrı bakmamız gerekiyor. Besbelli ki Türkiye, ABD Merkez Bankası FED’in 2009’dan beri piyasaya akıttığı yaklaşık 2.5 trilyon doları geri çekeceğini kararlılıkla açıklamasının ‘Gelişmekte Olan Ülkeler’in ekonomileri üzerinde yaratacağı basıncı görmüş, bir yol ayırımında olduğunu anlamış ve alarm zillerini çalmıştır.  Arttık durum, “borçla da olsa kapatabiliyorsak, yüksek cari açığın önemi yoktur” gibi şakaları kaldırabilmekten uzaklaşmıştır. Bu nedenle bu sayımızın kapak dosyasını “Toplam tasarrufun artırılması politikası”na ayırdık. Bunu yaparken, tasarruf-yatırım dengesi açısından Türkiye ekonomisinin ortaya koyduğu son 10 yıllık verileri de kullandık ve yorumladık.

“Tasarruf” neyi anlatır?
Milli gelir denkleminde yatırım=tasarruf’tur. Çünkü bir toplum bir yılda ürettiğinin belli bir bölümünü tüketir, kalanı “tasarruf”tur; onunla da yatırım yapar, ekonomisini büyütür. Yapılan yatırımı karşılamakta “iç tasarruf” yetersiz kalırsa “dış tasarruf”a başvurulur. Buna da “tasarruf ithali” ya da “dış borçlanma” diyoruz.
Böyle bakılınca “cari açık” dediğimiz, aynı zamanda “tasarruf açığı” demektir. Türkiye tasarruf açığının milli gelirine oranı bakımından dünyada birinci sırada geliyor. Böyle bir ekonomik yapı ile “sürdürülebilir büyüme” gerçekleştirilemez. Böyle bir ekonomi, sürekli olarak dışarıya “değer transferi”ne yolaçar.
Türkiye bu ekonomik yapısını mutlaka değiştirmelidir. Bunu da ancak toplam toplumsal tasarrufunu  artırmakla gerçekleştirebilir.
İlk bakışta şunu görürüz: Tasarrufları artırmak aynı zamanda kralbet tüketimi kısmak anlamına gelir. Tasarrufları artıran önlemler tüketimi kısmaya çalışan önlemlerdir. Tersi de geçerlidir. Tüketimi kısmaya yönelik önlemler tasarrufu artıran önlemlerdir. Ancak Hükümet’in tasarruf politikası tüketimi kısmaktan ibaret değildir.
Konuyu tam olarak anlamak için “net” olanı görmeliyiz: Reel tasarruf ile mali tasarrufu birbirinden ayırmak gerekir. Kişisel açıdan mali tasarruf para biriktirmektir. Makro ekonomik açıdan reel tasarruf ise belli bir dönemde mal ve hizmet üretiminin tüketimden fazlaya çıkarılması ve ihtiyacımız olan yatırımların bu “fazla” ile yapılmasıdır.

Ali Babacan “Yüzde 12.6 tasarruf oranıyla tarihimizin en düşük seviyesindeyiz” derken şu gerekçeyle buna itiraz edenler de oldu: Türk toplumunda dayanıklı tüketim maddeleri, araç ve konut sahipliği “tüketim” değil, tasarruftur. Bu harcamaları tasarruf sayarsak, Türkiye’de tasarruf oranı 12.6 değil, yüzde 20’ler civarındadır. Ama bu çok özgün bir hesaplama şeklidir; Türkiye’nin tasarruf açığını örtemez.
Türkiye’nin tasarruf durumuna şu üç ayak üzerinden bakacağız: 1- Kamunun tasarrufu, 2- Özel sektör tasarrufu, 3- Hane halkı tasarrufu. Ama ondan önce Türkiye’nin borçluluk durumunu görelim.

Türkiye’nin tasarruf açığı
Son on yılda Türkiye ekonomisinin başlıca olumsuzluğu, yaşadığı tasarruf açığı, yani cari açık olmuştur. Bir diğer olumsuzluk ise kamu borç dengesinde iyileşme yaşanırken özel kesimin tasarruf açığının istikrarlı bir şekilde artmasıdır.
2001 yılında kamunun tasarruf açığının GSYİH’ya oranı yüzde –11.22 iken özel kesimin yüzde 14.11 gibi yüksek bir tasarruf oranı mevcuttur.  Özel sektör sayesinde toplam tasarruf açığı da pozitif yüzde 2.90 olabilmişti.
2012 yılına gelindiğine ise yüksek büyümeden vazgeçildiği halde kamu tasarruf açığı iyileşmeye devam ederek yüzde –2.20 olarak gerçekleşmiştir. Özel sektörün ise aynı yıldaki tasarruf açığı yüzde –5.40 gerçekleşmiş, toplam tasarruf açığı ise yüzde –7.80 olmuştur.
Türkiye’nin büyüme rekoru kırdığı 2011 yılında ise tasarruf açığının GSYİH’ya oranı da yüzde –9.20 ile rekor kırmış ve bu nedenle Türkiye yüksek büyümeden vazgeçmişti.
(Türkiye’nin bu yapısal tasarruf açığı derdini 1 numaralı tablodan izleyebilirsiniz)



“Dünyanın en kötüsüyüz!” ne demek?
Türkiye, tasarruf açığı da denilen cari açık konusunda dünyanın en kötü durumda olan ekonomisine sahip; peki o zaman son on yıldaki olumlu ekonomik gelişmeyi, GSYİH’daki ve kişi başına düşen gelirdeki artışları nereye koyacağız?
Dünya tasarruf ortalaması 2008-2012 dönemi için yüzde 23.4 olarak hesaplandı. Aynı dönemde Türkiye’nin tasarruf ortalaması yüzde 14.3 olarak oluştu. Aşırı ölçüde düşük. Türkiye’nin de dahil olduğu gelişen ülkelerde ise 2008-2012 döneminde tasarruf oranı ortalaması yüzde 33 olmuş. Bu da Türkiye’ye göre çok yüksek.
Gelir artışı tasarruf oranını artırmıyor. Türkiye’nin kişi başına düşen geliri 2002 yılında 2.619 dolardır, 2012’de 10.673 dolara çıkmıştır. Buna karşılık tasarruf oranı da yüzde 24.6’dan yüzde 12.6’ya düşmüştür. Tasarruf oranının artması ile gelir ilişkisi, gelirin yükselmesinde değil, gelir dağılımın bozulmasındadır. Gelir dağılımı ne kadar bozuk olursa tararruf oranı o kadar artar. Bu nedenle hükümetler için “Tasarruf politikaları” her zaman, iki tarafı da keskin bir bıçak oluşturur.
(Tasarruf açığında Türkiye’nin kötü durumunu 2 numaralı tablodan, gelirindeki artışla tasarrufundaki düşme ilişkisini de 3 numaralı tablodan izleyebiliriz).




Türkiye’nin tasarruf açığının nedenleri
1990’lı yıllarda tasarruf açığı kamu kaynaklı olan Türkiye’de bu açık 2002’den sonra özel kesim kaynaklı olmuştur. O zaman soru şudur:  Özel kesim daha az tasarruf ettiği için mi yoksa daha fazla yatırım yaptığı için mi bu açık oluşuyor?
Kriz dönemini bir kenara bırakırsak, yatırım oranlarının, GSYH içindeki payı değişmez gözükmektedir. Dolayısıyla tasarruf açığı, özel kesimin daha fazla yatırım yapmasından değil, daha az tasarruf etmesinden kaynaklanıyor.
2001 yılında kamu tasarruf açığını özel kesimin tasarruf fazlası karşılıyordu. 2013’e gelindiğinde toplam tasarruf açığının yüzde 83’ünü özel kesim oluşturuyor.
Buna sebep, üretim yapısının ithalat bağımlılığıdır. Üretim deseninin giderek ithalata bağımlı hale gelmesi sanayinin üretim sürecinde ithal ara ve yatırım malı bağımlılığını derinleştiriyor. Özel kesim tasarrufları bu nedenle azalıyor.
Üretim için yapılan ithalatın faturasının üretimin değerinden daha fazla artması, Türk özel kesiminden ithalatın yapıldığı ülkelere gelir transferi anlamına da geliyor.
2001 yılında Türkiye’de özel yatırımların GSYİH’ya oranı 11.42’dir. 2012’de bu oran yüzde 18.3’e çıkmıştır. Ama özel kesim yatırımları artarken özel kesim tasarrufu gerileyerek 2001’deki yüzde 25.53’ten, 2012’de 13.0’ya gerilemiştir.
(Özel kesimin tasarruf oranı ile yatırımları arasındaki bağlantıyı tablo 4’ten izleyebiliyoruz)



Üretimin ithalata bağımlılık durumuna sektörler itibarıyla bakığımızda  yüksek tasarruf açığını daha net görebiliyoruz (tablo 5) Demir-çelik, bilişim, kimyasallar ve metal mamuller ve otomotiv sektörlerinde, üretim değerinin yüzde 69 ile yüzde 51 arasında bir ithalat yapma zorunluluğu vardır. Türkiye tasarruf açığının neredeyse tamamını üretimde ve üretirken vermektedir.

İmalatın ithalata bağımlı olmasının kur ile ve ciro ile de yakın ilgisi bulunuyor. Örneğin Türk Lirası’ndaki yüzde 1’lik bir değerlenme ithal girdi miktarını yüzde 0.38 oranında arttırıyor. Diğer yandan toplam ciroda yüzde 1’lik bir artış, ithal girdiyi yüzde 1.79 artırıyor.

Sonuç olarak, imalat sanayisindeki büyüme, ithalat bağımlılığındaki artış kanalıyla özel kesim tasarruflarında bir azalma ve dolayısıyla cari açıktaki bir artış olarak karşımıza çıkmaktadır.

Tasarrufu arttırmak için tüketimi  azaltmalıyız
Türkiye’de tasarruf açığının düşürülmesinin araçlarından biri ve bugünkü aciliyet yönünden başta geleni tüketimin kısılmasıdır. Bu da bir tür “cebri tasarruflar” ile olur ki Türkiye, Turgut Özal döneminde bu araçlara başvurmuştur.
Yüksek tüketimin tasarruf açığındaki rolünü görmek için şu veriler yeterlidir: 2002 yılında Türkiye’de 1.274.892 kişi tüketici kredisi kullanmıştır ve kullanılan kredi miktarı da 3 milyar 316 milyon liradır. 2011 yılına gelindiğinde ise tüketici kredisi kullanan kişi sayısı 8.966.465 kişi olmuş, kullanılan tüketici kredisi miktarı da 112 milyar 827 milyon lirayı aşmıştı.
Burada miktardan çok artış hızına dikkat etmek gerekir. Hükümeti de acil önlemlere iten budur. 2013’ün ortasına gelindiğinde tüketici kredisi ve konut kredisi kullananların sayısı 14 milyona yaklaşmış ve kullandırılan kredi miktarı ise 209 milyar liraya ulaşmıştı. Kişi sayısındaki artış yüzde 35, kullandırılan kredi miktarındaki artış ise yüzde 97’dir. Neredeyse Türk toplumu taşınması imkansız bir borç yükünün altına girmiştir.

Borçluluk yönünden bakarsak;
Türkiye çok borçlu bir ülkedir Türkiye’nin borçluluğu: 2013 yılının ilk yarı sonuçları itibarıyla baktığımızda Türkiye’nin çok borçlu bir ülke olduğunu görüyoruz. Buna göre brüt borç stokumuz 367.3 milyar doları bulmuştur. Net dış borç stokumuz ise 217.1 milyar dolardır.
Brüt dış borç stokunun yüzde 68.7’sini, yani 252.3 milyar dolarını özel sektör borçları oluşturmaktadır. Kamu kesiminin brüt dış borç toplamı ise 108.6 milyar dolardır ve toplam borcun yüzde 29.6’sına denk gelir.
Borcun kalan yüzde 1.7’si olan 6.4 milyar dolar ise Merkez Bankası’na aittir.
Not olarak kaydedelim: Kısa vadeli özel sektör dış borcu da Haziran ayı sonu itibarıyla 109.3 milyar dolardır ve bu borcun 70.6 milyar dolarını bankacılık sektörünün borçları oluşturmaktadır.
Hanehalkının borçluluğu: “Borçlu halk nasıl tasarruf yapacak?” diyenlerin dayandığı apaçık bir tablo önümüzde durmaktadır. Örneğin 2004 yılında hanehalkının toplam borcu 28.2 milyar TL’dir ve bunun harcanabilir hanehalkı gelirine oranı yüzde 2.9’dur. 2011 yılına gelindiğinde ise hanehaklı toplam borcunun 251.9 milyar TL’ye ve harcanabilir gelire oranının da yüzde 51.7’ye yükseldiğini görüyoruz.
Tasarruf oranının sürekli düşmesi, yatırım tasarruf dengesinin kurulamaması, dış tasarrufa duyulan gereksinmenin sürekli  artması ve yüksek cari açık vererek büyüme açmazına düşülmesi borçluluk bağımlısı bir finansal yapının doğmasına neden olmuştur. Çünkü bu yapı, yabancı para  bolluğuna dayanmaktadır. Hanehalkı bankaların fon kaynağı olmaktan çıktı, bankacılık sisteminin fonlarını kullandırdığı kaynak (müşteri) haline geldi. Bu nedenle; hanehalkı borçlanma oranı 2003’te yüzde 7.5 iken 2011 yılında yüzde 51.7 düzeyine ulaştı.
Borçlanma olanaklarının artmasının yarattığı tüketim eğilimindeki yükseliş, tasarruf oranını düşürürken bu durumun doğal bir sonucu olarak banka bilançolarında mevduatın payı azaldı. Bankaların bilançolarının pasifinde mevduatın payı 2003 yılında yüzde 67.3 düzeyinde iken 2011 yılında yüzde 56.4 düzeyine geriledi. 2011 yılında, 2003 yılına göre kişi başına düşen GSYH oranı üç kat artmasına rağmen mevduat hacminde artış oranı sınırlı kaldı.
(Hanehalkının borçluluk tablosunun yıllar itibarıyla seyrini 6 numaralı tablodan izleyebiliyoruz).



Tasarrufları artırma politikasının bileşenleri

Tasarruf açığını kapatmak için tasarrufları artırma politikasının odaklanacağı üç alan bulunmaktadır. Bu üç alana bakarken tasarrufları arttırmak ile ekonominin tasarruf kapasitesini artırmak ayrı ayrı ele alınması gereken konulardır çünkü çözümleri birbirinden çok farklıdır.
Üç alan şudur:
1. Hane halkı tasarrufu
2. Kamu tasarrufu
3. Özel kesim tasarrufu
Hanehalkı tasarrufu toplumun konjonktüre göre gösterdiği total tasarruf davranışıyla ve gelir gruplarının eğilimleriyle ilgilidir. Kamu tasarrufu ise izlenen mali politikaların konusudur. Özel kesim tasarrufu ise ekonominin tasarruf kapasitesini artırmayla, ithalata bağımlı üretim yapısını değiştirmeyle ilgilidir.

Hanehalkı nasıl tasarruf ediyor?
Hanehalkı bazında tasarrufu artırmanın ekonominin kaynaklarını yüksek gelir grubuna yönlendirmek demek olduğunu 7 numaralı tablo bize açıkça gösteriyor. Çünkü, Türkiye’de ortalama yüzde 7.5 düzeyinde olan hanehalkı tasarruf oranı en düşük gelir grubunda yüzde –66.3’e kadar düşüyor. En yüksek iki gelir grubunda ise artı yüzde 30-35’e çıkıyor.
Türkiye’de hanehalkının tasarruflarını nereye yönlendirdiğine dair 8 numaralı tabloya baktığımızda şunu görüyoruz: 2003’ten 2010’a devlet tahvilinden uzaklaşma var. Hanehalkının finansallaşma ölçüsünü gösterdiği için daha da önemlisi, hisseye yatırımdan kaçış var. Bireysel emeklilikte tasarruf ise ancak devlet katkısının başladığı son bir yılda görünür bir yükseliş kaydetmiş. Tasarruf kapasitesinin sadece yarıya yakını TL ve döviz cinsinden banka mevduatlarına yönelmiş. Özetle, hanehalkı tasarruf yapısı “donuk” bir seyir izliyor ve önümüzdeki iki yılda yaşanacak 3 seçim de hesaba katıldığında bu tasarruf alanında “cebri” önlemler olmadıkça önemli bir değişiklik yaşanmayacak.

Tasarrufçu kamu devam etmeli
Türkiye’nin izlediği başarılı bir sıkı maliye politikası bulunuyor. Bunu devam ettirmenin ekonomik koşulları da var. Çünkü artık Türkiye ekonomisi, özel sektör yatırımlarına dayanan bir dinamiği yakalamış durumda. Kamu yatırımlarının GSYH’ya oranı son 10 yıl içinde yüzde 4 civarında seyretmiş. Ancak kamu tasarruflarının özel sektör tasarruflarıyla tam ikame edilebildiği duruma gelinememiştir.
Kamu tasarruf oranlarında sağlanacak artışların toplam tasarruf açığına, başka bir ifadeyle cari işlemler açığına olumlu etkide bulunacağı gözardı edilemez. Örneğin 2011 sonu itibarıyla yüzde 21 civarında olan faiz dışı harcama/GSYH oranının küresel kriz öncesi ortalama seviye olan yüzde 18’de tutulması halinde kamu tasarrufları yaklaşık 38 milyar TL civarında artabilecek, bu da toplam tasarruf açığını yüzde 1.5 oranında aşağıya çekecekir.

Yatırımlar tasarruf yaratmalı
Ekonomik büyümenin, enflasyon, işsizlik, gelir dağılımı, dış ticaret, cari açık, inovasyon, tasarruf, ekonomik istikrar, siyasal istikrar, demokrasi, uluslararası ilişkiler vb. bir çok yönü bulunuyor. Bunlar etki eden faktörler olarak önemlidir fakat büyümenin temeli “YATIRIM”dır. Örneğin 2013’te dünya 80 trilyon dolar üretim yapacak, bunun 70 trilyon dolarını tüketecek kalan 10 trilyon dolar tasarrufun 5 trilyonu yatırıma dönüşecek.
Yatırım esas itibarıyla gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkelerin ekonomik sorunudur. Gelişmiş ülkeler  yatırım ihiyacı içinde değildirler. Gelişmiş ekonomilerde yatırım teknolojiye yapılan yatırımlarla sınırlıdır. Türkiye ise yatırımla büyümek zorunda olan bir ülkedir ve yapacağı yatırımları belli bir vizyon ve vade içinde “iç tasarruf”a dayandırmayı  amaçlamıştır.
Reel tasarruf üretimle sağlanacağı için Türkiye’nin temel sorunu yatırımlarını verimli kılmasında yatıyor. Tasarruf kapasitesinin mevcut sınırlarını aşmanın tek yolu budur.
Türkiye’nin büyüme potansiyeli henüz bitmemiştir. Hem tasarrufu, hem de verimliliği artıracağı bir dengeli yol arayışındadır. Büyüme potansiyeli ve pozisyonu Türkiye gibi olan Çin’in tasarruf oranı yüzde 50, Hindistan ve Güney Kore’nin yüzde 30’dur. Bu nedenle çok hızlı büyüyorlar. Biz ise ancak borçlanarak hızlı büyüyoruz ve aşırı riskler yükleniyoruz. Bunu tersine çevirmemiz gerekiyor.

Ar-Ge yatırımlarımız yeterli olmalı
Yatırımlarda verimlilik aranması kadar önemli bir diğer sorunumuz da teknolojiye yatırım yapmada düşük kalan seviyemizdir. Büyüme ve kalkınma mucizesi gösteren ülkelerin tümünün Ar-Ge yatırımlarıyla bu başarıya ulaştıklarını biliyoruz.
Türkiye 2000 yılında Ar-Ge yatırımlarına GSYİH’sının sadece yüzde 0.48’ini ayırıyordu. Bu konuda çizilen iddialı hedeflere ulaşılamadı. 2011 yılında Ar-Ge yatırımlarımız GSYİH’mızın ancak yüzde 0.86’sına çıkabildi. Bu oran AB ortalamasında yüzde 2.0, Güney Kore’de yüzde 3.36’yı buluyor.
Ar-Ge yatırımları konusunda bir eşiğe geldiğimizi de kaydetmeliyiz. Teknoparklara yapılan yatırımların, firmaların açtığı ve sayıları gittikçe artan Ar-Ge Merkezleri’nin önümüzdeki bir kaç yıl içinde sonuçlarını vermesi beklenmektedir. Ar-Ge’ye yapılan yatırımın boşa giden yatırım olduğu şeklindeki özel kesim korkusu da kısa sürede dağılacaktır. Ancak belirtmek gerekir ki bu konuda köklü bir eğitim reformuna, özellikle üniversite reformuna olan ihtiyaç olduğu gibi durmaktadır.

ALİ BABACAN - Başbakan Yardımcısı
Yeni tasarruf programları oluşturacağız

Önümüzdeki dönemde para, finansal sektör, maliye ve gelirler politikalarını güçlü bir eşgüdüm içerisinde yürütmeye devam edeceğiz. Kamu maliyesi alanında bugüne kadar elde edilen kazanımları koruyacağız. Bütçe disiplini de önümüzdeki dönemde ana hedeflerimizden birisidir. Yurtiçi tasarrufların artırılmasına destek verecek yapısal ve makro ihtiyati tedbirleri de almamız gerekiyor. Bu çerçevede sanayide, konutlarda, kamu binalarında ne yapılacağına ilişkin çalışmaları sürdürüyoruz. Bu konuda yeni teşvik ve yeni tasarruf programları oluşturacağız.
Ar-Ge tabanlı, yenilikçi ve yüksek katma değer yaratan üretim desteklenecektir. Ekonomi Koordinasyon Kurulu toplantılarının birinde sadece Ar-Ge desteklerini gündeme alacağız.
Türkiye’nin 2013 yılı sonu itibarıyla toplam yurtiçi tasarruf oranı yüzde 12.6’ya düştü. Tarihimizin en düşük tasarruf oranı yüzde 12.6. Diğer ülkelerle mukayese ettiğimizde maalesef iyi bir noktada değiliz. Gelişmekte olan ülkelerin tasarruf oranının ortalaması yüzde 33.1. Çin istisnai, yüzde 49.7.  Hindistan’ın düşmüş hali yüzde 30. Bu hiç görmek istediğimiz, arzuladığımız bir tablo değil. Tasarruf oranlarımızın düşüklüğü bire bir cari açığa yansıyor. Yüzde 1 düştüğü zaman cari açığımız yüzde 1 yükseliyor.
2013 yılında kamu kesimi yüzde 2.9 oranında tasarruf üretti. Özel kesim tasarrufu olan yüzde 9.7 ile toplam tasarruf yüzde 12.6’ya ulaştı. Oysa yatırım harcamalarımız 2013 yılında milli gelirimizin yüzde 19.6’sı. Zaten yatırımlarla tasarruflar arasındaki fark da bize cari açığı veriyor. O da yüzde 7.1. Türkiye aslında daha çok yatırıma ihtiyacı olan bir ülke. Tasarruflarımız yetersiz olduğu için yüzde 19.6’lık bir yatırımla dahi yüzde 7.1 cari açık veriyoruz. Dolayısıyla tasarruf-cari açık bağlantısı çok önemli konulardan bir tanesi.
Üzerinde çalıştığımız üç konu var. Bu yıl tüketici kredileri ve kredi kartlarının da dahil olduğu bireysel kredi kullanım oranında geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 26’lık bir artış görüldü. Kredi stoku artışının yükselmesi cari açığı da artırıyor. Kredi kartı limit tahsisleri ve limit artırımları, kart hamilinin gelirinin tespiti ve teyidine dayalı olarak yapılacak.
Kredi kartlarında ilk yıl için gelirin 2 katı, ikinci ve devam eden yıllar için gelirin 4 katıyla sınırlı olarak limit tahsis edilecek. Mevcut kart hamillerinin limit artırım taleplerinde 4 kat limitin üzerinde artışa izin verilmeyecek. Gelir düzeyi tespit edilemeyenler için kredi kartı limiti 1000 lirayla sınırlandırılacak.
Kredi kartında asgari ödeme tutarları artırılacak. Bir takvim yılı içinde asgari ödeme tutarının toplam 3 kez ödenmemesi halinde dönem borcunun tamamı ödeninceye kadar kullanım ve nakit alımına kapatılacak.

SÜREYYA YÜCEL ÖZDEN - Dünya Enerji Konseyi Türk Milli Komitesi Başkanı
Enerjimizi israf etmeyelim

Enerji Türkiye için yaşamsal önem arzediyor. Çünkü bu konuda Türkiye yüzde 70 oranında dışa bağımlı bir ülke. Elektriğe talep hızla arttı. Arz güvenliği için yatırım yapılması gerekiyor.
Bu noktalar dikkate alındığında yerli ve yenilenebilir kaynakların olabildiğince değerlendirilmesi gerekir. Yoksa artan enerji talebimiz karşısında sürekli olarak dışa bağımlı yaşamamız zor olacaktır.
Türkiye’nin kurulu gücü 61 bin megavat civarındadır. Türkiye’nin talep artışını karşılayabilmek için bu kapasitesini önümüzdeki 10 yıl içerisinde ikiye katlaması lazım. 2023 yılı ihtiyacımız ortalama 100 bin megavat diyebiliriz. Buna ulaşabilmek için küçük kapasitelerle fazla yol alamayız. Nükleer santraller bu hedefe ulaşmada daha büyük adımlar atmamızı sağladığı için önemli. Ancak daha fazla enerji üretimine ihtiyaç var. Bir nükleer güç santrali yıllık ortalama 15-20 milyar kilovat enerji sağlar. Türkiye senede 240-250 milyar kilovatsaat enerji tüketiyor. Türkiye, suyunu, rüzgarını, jeotermal enerjisini, yenilenebilir enerji potansiyelini kullansa, tükettiğine yakın bir kapasitede üretim yakalayabilir.
Türkiye’nin öncelikle enerji tüketiminde verimliliğini artırması gerekir. Şu anda çok fazla enerji yoğun sanayimiz var. Enerjimizi çok fazla israf ediyoruz, etmememiz lazım. Yenilenebilir ve yerli enerji kaynaklarımızı en üst düzeyde değerlendirmemiz lazım. Türkiye’nin enerji sorununa esas çözüm nükleerden ziyade yenilenebilir ve yerli kaynaklardadır.

ATİLLA KÖKSAL - Türkiye Sermaye Piyasaları Aracı Kurumlar Birliği Başkanı
Dönem değişti

Türkiye’de hala eski yatırım, tasarruf alışkanlıkları geçerli. Altına, dövize ve kısa vadeli mevduata yatırım gibi. Ancak bu tasarruf şekli, kazanç amaçlı değil, parasının değerini korumak içindir. Bu dönem bitti. Uzun vadeli endeks ve hisse yatırımları bunun yerini almalı.

Yorumlar (0)