banner565

banner472

banner458

banner457

01.09.2014, 08:15 3728

“Neler Gördük Biz?”

Engin Köklüçınar, eskilerin tabiriyle erbab-ı kalemdir. Gazetecidir. Şairdir. Güzel söz söyleme sanatının muhteşem temsilcisidir. Ama bütün bunların üzerinde benim elli beş yıllık arkadaşımdır. Bizim Öcal Uluç’a göreyse; “Gazetelere, dergilere bakıyorum. TV ekranlarına göz atıyorum. Böylesi bir yazar-çizer kaç tane var?” diye tasvir ettiği bu güzel insan, kitaplarına yeni bir kitap daha ekledi.
“Neler Gördük Biz?”
Akıcı bir Türkçe ile özdeyişleri tarihteki yerlerinden söküp alarak günümüze taşıyan ve renkli örneklerle bize sunan Engin Köklüçınar, yer yer şiirle, yer yer anekdotla, yer yer makaleyle dolu kitabında hâlâ anlatılmamış hasletlerden, hâlâ anlatılmamış aşklardan, hâlâ hissedilmemiş duygulardan, hâlâ fark edilmemiş renklerden oluşan bir albüm sunmuş.

Dostu Osman Kaya, sevgilisinin saçlarının güzelliğini anlatırken demiş ki;
“Doğuştan aç gözlerimi doyurdu,
Varlığını Akdeniz’e duyurdu,
Ege Denizi’nde trafik durdu,
İzmir Körfezi’nden çek saçlarını”

Arkadaşı Ahmet Nadir Caner ise içkiyle olan muhabbetini şöyle dile getirmiş;
“Dumanlı bakışlarla, dünyayı kayık gördü.
Geziyorken Paris’i, Eyfel’i eğik gördü.
Sanmayın hep sarhoş gezer bu alemde,
Anası doğururken, ebesi ayık gördü.”

Köklüçınar, kitabında anekdotlara büyük yer ve önem vermiş. Onları tarihin tozlu raflarından alıp, gümüş bir tepsi içinde bize sunmuş;

“Süleyman Nazif ile İçtihat Dergisi Sahibi Abdullah Cevdet can arkadaşlar. Gel gör ki, bir süre sonra bu arkadaşlık bilinmeyen bir sebepten bozulur. Konuşmazlar. Bir süre sonra, Süleyman Nazif vefat eder. Tabi arkadaşı Abdullah Cevdet çok üzülür, cenaze merasimine katılır. Aradan bir iki hafta geçer, Meserret’te ustalar sohbet ederlerken, söz Süleyman Nazif’e kadar gelince, Abdullah Cevdet anlatmaya başlar; ‘Dün Süleyman Nazif’in kabrine gittim, uzun uzun sohbet ettik’ deyince, oradan biri laf atar. ‘Ne dedi sana?’ Süleyman Nazif, tam cevap verecekken, kenarda okuduğu gazeteden başını kaldıran Ercüment Ekrem; ‘Ne diyecek yahu, böyle gündüz gündüz gelme, geceye yatıya gel demiştir.’”

Günümüzde hasret kaldığımız bir başka hasleti de şöyle anlatıyor Köklüçınar;

“II. Abdülhamit devrinde Milli Eğitim Bakanı olan Münip Paşa’yı eski arkadaşlarından Menas Efendi de kutlamaya gelmiş, tebrik ve teşekkürlerden sonra kahveler içilmiş, Münip Paşa, eski kalem arkadaşı Menas Efendi’yi çok severmiş. Odadakilere Menas Efendi’yi tanıtmış.
‘Menas Efendi, benim kalem arkadaşımdır. Dışişleri tercüme odasında beraber bulunduk. Ben paşa oldum, o hâlâ efendidir. Çektiği dilinin belasıdır.’

Menas Efendi cevap vermiş;
‘Evet Paşa doğru söylüyor. Çektiğim dilimin belasıdır. Ancak bu belayı yalnız ben çekiyorum. Bakan Paşaların Padişahımıza doğruyu söylememelerinin cezasını ise 36 milyon halk çekiyor.”

Kitaptan son alıntıyı bir makaleden alıyorum. 1923 yılının Ocak ayında yazdığı bu makalesinde Falih Rıfkı Atay diyor ki;
“Asya’nın bu ucunda dört seneden beri yeni rüzgarlar esiyor. Anadolu’nun durgun denizi, eski kıyıları ürperten, kayaların yıllanmış yosunlarını yıkayan, dev dalgalarla coşuyor. İhtilâlin etsiz ve yağsız, kemik gibi katı ve sinir gibi sert ve oynak pazıları, bir gün irticayı ertesi gün istilayı boğup fırtınanın enginlerine atıyor.
Asya’da herhangi tarafa baksak, bütün milyonları bu iki düşmandan ya birinin, ya ötekinin pençesinde görürüz: Efgan ve Buhara İran ve Turan, bütün Asya milletlerini irtica, pranga gibi elinden ayağından tutmuş, istila ise, kılıç gibi zaman zaman başlarını kesiyor.
Türkiye gibi İran toprağı da hürriyet için can verecek kahramanlar yetiştirdi. Hatta bu gençler iki sene evvel vatanlarını İngiliz istilasından kurtarmaya muvaffak olur gibi oldular. Ne yazık ki ihtilal az sürdü. Ve yeşil başlı ahondlar, kölelikten henüz silkinen halka gene kement vurmaktadırlar. Bunu bu sabahki gazetelerde bütün İran şehirlerine asıldığı söylenen bir ilandan öğreniyoruz. Bu ilana göre musiki ve şarkı yasaktır, kadınlar yüzlerini tekrar kapayacaklar ve sokakta çoraplarını bile göstermeyeceklerdir.
Müslüman milletleri arasına en çok dövüşen ve imtihan geçiren bir millet olduğumuzdan, genç Acem ihtilâlcilerine irtica ile boğuşmanın, istilayı söküp atmaktan daha lazım ve zor olduğunu bildirmek isteriz. İrtica, dini, milletleri uyandırmak isteyenlere karşı siper eder. Hürriyet için dövüşenler, bütün milleti ayaklandırarak istilayı kovduktan sonra, memleketlerinde, inkilâp için kavgaya başladıkları vakit, milletlerinin düşmanı gibi görünüyorlar.
Ve düşman çıkıp gittikten sonra, irtica, bu kurtuluşun kahramanlarını dinsiz diye hudutlarından atabilir.
Bizim bugünkü ferahlığımız yalnız istila ordularından değil, irticanın pençesinden kurtulduğumuz içindir. Bu sabah İran’da bütün şehirlere asıldığını okuduğum bu ilanı gördüğüm vakit, bir gün bizim şehirlerimizi de irtica kabusunun basabilmesi tehlikesinden korktum.
Acem inkılapçıları ile konuşurken, biraz da Türk inkılapçılarına, kendilerini gözleyen gece canavarının varlığını tekrar haber vermektir. Her nutkunu Kartaca’yı hatırlatarak bitiren Romalı gibi, her yazımızın, nutkumuzun son cümlesi şu olmalıdır:

- Ve irticayı unutmayalım!”

NOT: Çatı Kitapları tarafından yayınlanan Engin Köklüçınar’ın “Neler Gördük Biz?” kitabını (info@kitapart.com) adresinden veya (0212 518 79 87) nolu telefondan edinebilirsiniz.  

Yorumlar (0)
banner557