banner565

banner472

banner458

banner457

BM 2014 Yılı İnsani Gelişmişlik Raporu

BM–UNDP 2014 İnsani Gelişme Raporu ekonomik büyüme, kalkınma ve toplumsal refah yönünden Türkiye’nin yakın geleceğine ışık tuttu.

KAPAK 01.09.2014, 09:00 29.09.2014, 09:43
33442
BM 2014 Yılı İnsani Gelişmişlik Raporu

GERİDEN SAY ÖNLERDE
ÖNDEN SAY GERİLERDE
Rapor, 2023 yılı için önüne ışıldayan hedefler koymuş olan Türkiye’nin o noktaya varabilmesi için yoğunlaşması gereken dönüşüm alanlarını ve radikal reformları, sektörel verilerle gösteriyor: 1. Eğitimde geriliğin acilen giderilmesi ve kalitenin yükseltilmesi. 2. Bölgesel insani gelişmişlik farklarının ortadan kaldırılması. 3. Eğitimde, istihdamda, gelirde, siyasal ve sosyal yaşamın bütün alanlarında kadın–erkek eşitsizliğine son verilmesi.
Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı'nın (UNDP) yayımladığı "İnsani İlerlemeyi Sürdürmek: Kırılganlıkları Azaltmak ve Dayanıklılık Oluşturmak" başlıklı 2014 İnsani Gelişme Raporu açıklandı. Rapor, genel İnsani Gelişme Değeri‘ne (İGE) ve sıralamaya götüren şu alt endeksleri değerlendiriyor.
- 145 ülkeyi kapsayan Eşitsizliğe Uyarlanmış İnsani Gelişme Endeksi (EUİGE),
- 148 ülkeye yer verilen Cinsiyete Dayalı Gelişme Endeksi (CDİGE),
- 149 ülkeyi kapsayan Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği Endeksi (TCEE),
- 91 ülkenin yeraldığı Çok Boyutlu Yoksulluk Endeksi (ÇBYE).
Bu noktada şu soru önem kazanıyor: “İnsani Gelişme” ile “Ekonomik Kalkınma ve Gelişme” arasında bir ilişki var mıdır?
Son derece sıkı bir ilişki vardır. “Ekonomik Kalkınma ve Gelişme” ya da “Büyüme” bize “İnsani Gelişme”nin imkan ve araçlarını sunar. Bu imkan ve araçları biz “İnsani Gelişme” için kullanırız. ‘Ekonomik Gelişme’ son tahlilde insanın mutluluğu için yapılan bir toplumsal faaliyettir. Ekonomik gelişmenin başarısı ‘İnsani Gelişme’nin ölçülmesiyle saptanır. ‘İnsani Gelişme’ dinamiğinin ölçülmüş düzeyi ise bize, günümüzün en çarpıcı ve kapsayıcı kavramı olan “Sürdürülebilir Kalkınma” açısından nerede olduğumuzu gösterir. Bunu gördüğümüz noktada ise kamu ve özel; kurumsallaşmış bütün toplumsal gücümüzü en uygun politikaları üretmek ve uygulamaları gerçekleştirmek için kullanırız.
UNDP 2014 İnsani Gelişme Raporu ile ortaya çıkan TÜRKİYE GÖRÜNÜMÜ, ekonomik büyümeye odaklanmış politikalarla geleceği inşa etmemizin imkansızlığını ve ülke olarak kılcal damarlarımıza kadar inen bir reformlar gündemiyle yüzyüze olduğumuzu gösteriyor. UNDP Raporu ‘İnsani Gelişmişliği’, en son noktaya bakarak ölçmüyor, konuyu geniş bir zaman kesitinde ele alıyor. Böylece, ülkenin geleceğini doğru tahmin etmemize de imkan sağlıyor.
UNDP 2014 İnsani Gelişmişlik Raporu el attığı zaman kesiti içinde bize çok dinamik bir Türkiye gösteriyor. Örneğin;
- Türkiye'deki tahmini yaşam süresi 1980-2013 yılları arasında 16.6 yıl artmış,
- Aynı dönemde ortalama öğrenim görme süresi 4.7 yıl, öğrenim görme süresi beklentisi  ise 6.9 yıl yükselmiş,
- Kişi başına düşen milli gelir ise yaklaşık yüzde 112.5 artış göstermiş.
Bu veriler Türkiye’yi adeta kısa mesafe sürat koşucusu suretinde tasvir ediyor.
Demek ki son 33 yılda girdiğimiz liberalleşme ve küreselleşme kulvarında nefesimiz açılmış, gelirde “orta düzey” denilen hedeflere sağ salim ulaşabilmişiz. İnternet kullanım oranımız yüzde 45.1, okur-yazarlık oranımız yüzde 94.1, istihdam oranımız yüzde 48.5 olabilmiş.
Bunlar ve diğer insani gelişmişlik göstergeleri açısından geldiğimiz bugünkü noktada ve dünya planında boyumuzun ölçüsü nedir diye baktığımızda şunu görüyoruz: ‘İnsani Gelişme Endeksi'nde (İGE) ilk sırayı Norveç alırken bu ülkeyi Avustralya, İsviçre, Hollanda ve ABD izliyor. Almanya'nın 6., İngiltere'nin 14., Japonya'nın 17., Fransa'nın 20., Yunanistan'ın 29. sırada bulunduğu endekste, en az insani gelişmeye sahip ülkeler ise Nijer, Kongo, Orta Afrika Cumhuriyeti, Çad ve Sierra Leone görünüyor. Türkiye ise İGE'de 187 ülke arasında 69'uncu sırada.
Türkiye’nin de bulunduğu yere "yüksek insani gelişme" kategorisi adı veriliyor. Avrupa ve Orta Asya ülkelerini kapsayan 2013'teki İGE sıralaması ve nüfus büyüklüğü bakımından Türkiye'ye yakın ülkeler, sırasıyla 78. ve 76. olan Sırbistan ve Azerbaycan oluyor. Türkiye'nin İGE değeri, yüksek insani gelişme kategorisindeki ülkeler ile Avrupa ve Orta Asya ülkeleri ortalamasının üstünde bir yere işaret ediyor.
Bu sayımızın kapak konusunda UNDP 2014 İnsani Gelişmişlik Raporu’nu Türkiye açısından analiz ederek güçlü ve zayıf yönlerimizi göstermeye çalışacağız. Bu bize aynı zamanda, Türkiye’nin önümüzdeki dönemde odaklanması gereken reform alanlarını da gösterecektir. Ekonomik büyüme ve kalkınma sorunlarına bu açıdan yaklaşırsak, ülkenin gündemine giren yaşamsal reformlara kısır siyasi tartışmaların ötesinde bir ülke vizyonu olarak bakabiliriz.
İGE, insani gelişmenin üç temel boyutundaki uzun vadeli gelişmeyi değerlendirmek için kullanılan özet bir ölçüm yöntemidir. Bu üç temel boyut, uzun ve sağlıklı bir yaşam, bilgiye erişim ve insana yakışır bir yaşam standardı olarak sıralanıyor. 2013 İnsani Gelişme Raporu’nda da olduğu gibi, uzun ve sağlıklı yaşam boyutu, ortalama yaşam beklentisiyle ölçülüyor. Bilgiye erişim ise; 25 yaş ve üstündeki bireylerin ömürleri boyunca ortalama eğitim alabildikleri süreyle ve okula başlama yaşındaki çocuklar için toplam öğrenim görme süresi beklentisiyle değerlendiriliyor. Yaşam standardı da, kişi başına düşen Gayri Safi Milli Gelir’den (GSMG) alınıyor ve bu değer, uluslararası doların 2011’deki değeri sabit alınarak satınalma gücü paritesine (SGP) göre hesaplanıyor.

Türkiye'nin İGE Değeri ve Sıralamadaki Yeri
EĞİTİMDE TÜRKİYE ÇOK
 GERİDE
Türkiye’nin 2013 ve 2014 İGE değeri 0.759 oldu. Bu değerle Türkiye, yüksek insani gelişme kategorisinde yeraldı ve 187 ülke ve bölge arasında 69. oldu. 1980 ve 2013 yılları arasında Türkiye’nin İGE değeri 0.496’dan 0.759’a yükseldi. Bu, 33 yılın toplam artışı yüzde 53 olarak gerçekleşti. Yıllık artışlar ortalaması ise yüzde 1.30 olarak hesaplandı.
Türkiye’de doğumda beklenen tahmini yaşam süresi son 33 yılda 16.6 yıl yükselerek 58.7 yıldan 75.3 yıla yükseldi.
Öğrenim görme süresi beklentisi 33 yıl önce 7.5 yıl olan Türkiye’de beklenti bugün, yüzde 92 artışla 14.4 yıla ulaştı. Artış net 6.9 yıl oldu. Gerçekleşen ortalama eğitim süresi ise 2.9 yıl iken 33 yılda, yüzde 162 artışla 7.6 yıla çıktı. Net artış 4.7 yıl oldu.
Burada eğitim görme süresindeki “beklenti” ile “gerçekleşme” arasındaki farka dikkatle bakmamız gerekiyor. 1980 yılında beklenti 7.5 yıl fakat 2.9 yıl  olarak gerçekleşmiş. Fark 4.6 yıl oluyor. Demek ki öğrenimde 100 beklerken 38.67 gerçekleştirmişiz. 2013 yılında beklenti ile gerçekleşen öğrenim süresi arasındaki fark 6.8 yıl olmuş. O halde 100 beklerken 52.78 gerçekleşmiş.
Özellikle 1990 yılından sonra bir gelişme görülüyor ama hiç yeterli değil. Demek ki Türkiye öğrenim beklentisi ile gerçekleşen öğrenim arasındaki derin farkı aşacağı yeterli bir açılım veya atılım yapamamış.
Türkiye Gayri Safi Milli Gelir’de (GSMG), –satınalma paritesi ve 2011 yılı dolar sabit hesabıyla– 1980-2013 arasında yüzde 112.5 ekonomik büyüme kaydediyor; 8.656 dolardan 18.391 dolara yükseliyor. Bu, çarpıcı bir ekonomik büyüme gösterdiğimiz anlamına gelir. Net ekonomik büyüme 33 yılda; yüzde 124 olarak gerçekleşmiş.
Bu tablo bize, elde ettiğimiz ekonomik büyüme ile, insani gelişmişliğimizin öğrenim görme süresi endeksi arasındaki orantısızlığı gösteriyor. Çıkarmamız gereken sonuç şu olmalıdır: Ekonomik büyüme ve gelişme insani gelişmişliğe doğrudan yansımıyor, toplumlar bu yansımayı oluşturdukları politikalar aracılığıyla ve doğru öncelik sıralamasıyla başarıyorlar. İnsani gelişmişlik sağlıklı ekonomik büyümenin altyapısı oluyor.
İnsani gelişmişlikte Türkiye’nin 69’uncu sırada oluşunu hazmedemiyenler 2 No’lu tabloyu dikkatle incelemeli. Görüyoruz ki yüksek insani gelişme kategorisindeki ülkelerin tümü için ortalama İGE değeri “0.735” olarak belirlenmiş.
Türkiye 2013 yılında 0.759 düzeyinde ölçülen İGE değeri ile ortalamanın üstünde kalıyor. Üstünkörü bakınca bu sevindirici bir sonuçmuş gibi gözüküyor. Ancak durumu tam anlayabilmek için öğrenim görme süresi beklentisi ile bu beklentinin ne oranda gerçekleştiğine kıyaslamalı olarak bakmamız yeterli oluyor. Çünkü sıralamada geri basamaklara inmemiz, bu ölçümde kaybettiğimiz puanlar nedeniyle oluyor. Ayrıca 33 yıllık bir dönem ortalamasına bakıldığı için tablonun bize gösterdiği sonuçların “yapısal” olduğu da anlaşılıyor.
Kıyaslamalı sonuçlar şu şekildedir:

Beklenti    Gerçekleşen Realizasyon
Türkiye     14.4 yıl    7.6 yıl     % 52.78
Sırbistan   13.6 yıl    9.5 yıl     % 69.86
Azerbaycan  11.8 yıl    11.2 yıl    % 94.92
Avrupa ve Orta Asya   13.6 yıl    9.6 yıl     % 70.59
Yüksek İGE  13.4 yıl    8.1 yıl     % 60.45
Şunu görüyoruz: Toplam İGE değerinde kıyaslandığımız ülke ve bölgelerin üzerindeyiz.
Ama sıra eğitim süresindeki beklentiyi gerçekleştirmeye geldiği zaman hem ortalama yüksek İGE değerinin, hem de kıyaslandığımız ülkelerin gerisinde kalıyoruz. Bu, ders çıkarmamız gereken çok çarpıcı bir göstergedir ve Türkiye’nin önüne bu konuda reformları da aşan, “devrim” niteliğinde bir görev çıkarmaktadır.
Ülkeler eğitim görme süresindeki geriliği “açık öğrenim”, “dijital öğrenim”, “yaşam boyu öğrenim”, “kurs” ve “seminer” gibi formel ve informel eğitim modelleriyle kapatmaya çalışıyorlar. Türkiye’nin önünde bu konuda yapılacak çok önemli işler bulunuyor.

Eşitsizliğe Uyarlanmış İnsani Gelişme Endeksi(EUİGE) ve Türkiye
TÜRKİYE EŞİTSİZ BÖLGELER
 TOPLAMI
Ortalamaya dayalı tüm ölçme yöntemleri gibi, İGE’de insani gelişmenin ülke düzeyindeki dağılımında ortaya çıkan eşitsizlikleri göstermiyor. Çünkü her ülkede, İGE değerleri açısından yöresel ve bölgesel eşitsizlikler mevcut bu eşitsizlik ülkenin gelişmesini olumsuz etkiliyor. Türkiye gibi bir çok ülkede yöresel ve bölgesel eşitsizlik uçurum düzeyinde olabiliyor. Bu nitelikteki eşitsizlikler o ülkenin ekonomik büyüme ve kalkınmasını sekteye uğratıyor. UNDP 2014 İnsani Gelişme Raporu bu eşitsizliği çok önemsiyor. Türkiye bu alana son 8 yılda el attı, Bölgesel Kalkınma Ajansları’nı kurdu. Bu konuda atılacak daha çok adım var.
Yöresel ve bölgesel eşitsizlikleri dikkate alan Eşitsizliğe Uyarlanmış İnsani Gelişme Endeksi (EUİGE) değeri, İGE’nin her bir gelişme boyutunun ortalama değerinden eşitsizlik düzeyinin çıkartılmasıyla hesaplanıyor.
İnsani gelişmede eşitsizlikten kaynaklanan ‘kayıp’, EUİGE değerinin İGE değerinden çıkartılmasıyla elde edilen farkla gösteriliyor. Bir ülkedeki eşitsizlik arttığında, insani gelişmedeki kayıp da artıyor.
Türkiye’nin 2013’teki İGE değeri 0.759. Ancak insani gelişmede eşitsizlik farkı düşüldüğünde, Türkiye’nin değeri boyut endekslerinin dağılımındaki eşitsizliğe bağlı olarak yüzde 15.8’lik bir kayıpla 0.639’a iniyor. (Tablo: 3)
Sırbistan ve Azerbaycan’ın eşitsizlik nedeniyle puan kayıplarıysa sırasıyla yüzde 10.9 ve 11.8 düzeylerinde. Yüksek İGE değerine sahip ülkelerin eşitsizlik nedeniyle kaybı, ortalama yüzde 19.7 iken Avrupa ve Orta Asya ülkelerinde bu oran kendini yüzde 13.3 olarak gösteriyor. Türkiye’nin insani eşitsizlik katsayısı da yüzde 15.6 düzeyinde.
Tablo 3’te Türkiye’nin 2013’te bazı ülkeler ve ülke gruplarıyla EUİGE karşılaştırması yapılıyor. Türkiye’de, eğitimde eşitsizlik yüzde 14.1 ile Yüksek İGE ölçüsü yüzde 17.4’ün altında ama kıyaslandığı ülke ve ülke gruplarının çok üstünde. Gelirde eşitsizlikte ise Türkiye yine yüzde 21.8 ile  Yüksek İGE barajının altında fakat kıyaslandığı ülkeler ve bölgeye göre “en eşitsiz ülkelerden biri” görünümü veriyor. Demek ki Türkiye’nin acilen el atacağı alanlardan birini eğitim reformu oluştururken bir diğerini de gelir dağılımındaki bölgesel adaletsizlikleri giderecek reformlar oluşturuyor. O halde tıpkı Kalkınma Ajansları sisteminde olduğu gibi, insani gelişmişliğin diğer alanlarında da eşitsizliği giderecek sistemlere olan ihtiyaç sürüyor.

Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği Endeksi (TCEE) ve Türkiye
KADININ MNÜNÜ KAPATMIŞIZ
Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği Endeksi (TCEE) 
cinsiyete dayalı eşitsizlikleri üç boyutta yansıtıyor. Bu boyutlar; a) üreme sağlığı, b) kadının güçlendirilmesi ve c) ekonomik faaliyetler şeklinde sıralanıyor. Üreme sağlığı, anne ölüm ve ergen doğurganlık oranlarıyla ölçülüyor.
Kadının güçlendirilmesi, parlamentodaki kadın milletvekillerinin sandalye sayısı ve her iki cinsiyetin orta ve yüksek öğrenime devam etme oranlarıyla ölçülüyor. Ekonomik faaliyetler ise kadın ve erkek olmak üzere her iki cinsiyetin işgücüne katılımları ile değerlendiriliyor. TCEE, her üç TCEE boyutundaki kadın ve erkek başarıları arasındaki eşitsizliklerin insani gelişmede yarattığı kayıp olarak nitelendiriliyor.
‘Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği’, Türkiye’nin en zayıf olduğu gelişme alanlarından birini oluşturuyor. Tablo 4’ten Türkiye’nin cinsiyet eşitsizliği durumunu izliyoruz. Türkiye, 2013 endeksinde 0.360’lık TCEE değeriyle 149 ülke arasında 69. sırada yer aldı.
Türkiye’de parlamentodaki kadın milletvekili oranı yüzde 14.2. Bu oran Azerbaycan’da yüzde 16.0, Avrupa ve Orta Asya’da yüzde 18.2 ve Yüksek İGE değeri olarak yüzde 18.8 düzeyinde ve Türkiye bunların tümünün gerisinde.
Orta öğrenim görmüş olmak ve işgücüne katılmak açısından Türkiye’nin durumunu Azerbaycan ile kıyaslamak bile yeterince açıklayıcı olabiliyor. Türkiye’de kadınların yüzde 39’u orta öğrenim görüyor, bu oran Azerbaycan’da yüzde 93.7. Türkiye’de her yüz kadından 29.4’ü işgücüne katılırken bu oran Azerbaycan’da yüzde 62.5. Aynı oranlara kadın-erkek bazında bakıldığında Azerbaycan’da  eşitliğe çok yakın bir durum sağlanmış ama Türkiye’de kadınlar erkeğin yarısından da az bir düzeyde bulunuyor.
‘Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği’ konusunda Türkiye’nin son yıllarda yüksek sesle konuştuğu söylenebilir fakat ortaya herhangi bir kapsamlı reform iradesi koyduğu söylenemez. Hayatın  her alanında kadın lehine bir pozitif ayrımcılığı benimsemeden ve bunu; başta anayasa olmak üzere kanunlar ve sıkı uygulamalar ile desteklemeden bir yere varılacağı düşünülemez.

Cinsiyete Dayalı Gelişme Endeksi(CDGE) ve Türkiye
ERKEK-KADIN UÇURUMUNDAYIZ
2014 İnsani Gelişme Raporu’nda cinsiyet farkına dayalı yeni bir ölçüm kriteri kullanılıyor. Bu hesaplamada; kadın İGE değerlerinin erkek İGE değerlerine oranı temel alınıyor. Böylece ortaya yeni ve çok daha çarpıcı bir İnsani Gelişme Endeksi ölçüm yöntemi çıkıyor. Bu yeni ölçüm yöntemine, Cinsiyete Dayalı Gelişme Endeksi (CDGE) deniyor. Yöntemle insani gelişmenin üç temel boyutundaki cinsiyet eşitsizlikleri ölçülmüş oluyor.
Bu üç boyut şunlar oluyor: a) Kadın ve erkeklerin doğumda ortalama yaşam beklentisi, b) Kız ve erkek çocukların ortalama öğrenim görme süresi beklentisi ve c) 25 yaş ve üstü yetişkinler için ortalama öğrenim görme süresi.
Ve bir de; ekonomik kaynaklar üzerindeki hakimiyetin kadın ve erkek payları ile kadın ve erkeğin kişi başına elde ettikleri milli gelir ölçülüyor.
Tablo: 5’te Türkiye’nin CDGE ölçümünü kıyaslamalı olarak görüyoruz.
- Türkiye’de 2013 kadın İGE değeri 0.704 iken erkek İGE değeri 0.796 olarak ölçülüyor.
- Buna göre Türkiye’nin CDGE değeri 0.884 oluyor. Azerbaycan’da ise CDGE değeri 0.952 çıkıyor.
Gelirde durum şöyle:
- Türkiye’de kadının geliri 100 dolar ise erkeğin geliri 321.32 dolar oluyor.
- Azerbaycan’da kadının geliri 100 dolar ise erkeğin geliri 187.29 dolar oluyor.
- Avrupa ve Orta Asya’da kadının geliri 100 dolar ise erkeğin geliri 245.19 dolar oluyor.
- Yüksek İGE ortalamasında kadının geliri 100 dolar ise erkeğin geliri 180 dolar oluyor.
Tablo: 5’te görünen değerler Türkiye’de gelecekle ilgili bütün hedeflerini gölgeleyen derin bir cinsiyet eşitsizliği olduğunu gösteriyor.

Sonuç olarak bakıldığında, UNDP 2014 İnsani Gelişme Raporu’nun ortaya çıkardığı Türkiye değerleri ve bu değerlerin  kıyaslanmasıyla ulaşılan sonuçlar bize, kalkınma hedeflerimiz açısından realist olmamız gerektiğini öğretiyor. Kalkınmamız ve ekonomik büyümemiz iç dinamiklerin gücünden çok, dış dinamiklerle ilişkilerimize bağlı olduğu için kalkınma odaklı ekonomik büyümemiz sürekli olamıyor, konjonktürel gelişmelerden kolayca etkileniyor.
Bu yüksek kırılganlık doğal olarak kalıcı bir belirsizlik kaynağı oluşturuyor ve biz Türkiye’de diken üstünde yaşamış oluyoruz.
2014 İnsani Gelişme Raporu’nu gördükten sonra bir de işin çözüm tarafına bakarsak karşımıza şu üç temel sorun çıkıyor.
1. Gelişmişlik unsurları yönünden bölgesel ve yöresel eşitsizlikler hala çok derindir ve ekonomik büyüme ve kalkınma hedeflerimize gölge düşürmektedir.
2. Türkiye, eğitim görme süresi beklentisi ile fiilen gerçekleşen eğitim süresi arasındaki farkın büyüklüğü bakımından da çok gerilerdedir ve ekonomik kalkınma kapasitemiz bu nedenle ve ihtiyaçlarımıza nispetle yetersizdir.
3. Doğuştan yaşam beklentisi hariç tutulursa–ki tüm dünyada böyledir– öğrenim, gelir ve işgücüne katılma oranları yönünden de erkeğin durumuna göre Türkiye’de kadının durumu, kabul edilemez düzeyde geridir ve bu konuda köklü reformlara olan ihtiyaç farkedilmiş olmakla birlikte ortaya henüz güçlü bir toplumsal  irade çıkabilmiş değildir.
UNDP 2014 İnsani Gelişme Raporu’nun gözümüze soktuğu Türkiye gerçeğinin doğrudan ekonomiyi ilgilendiren bir önemli özelliği de günümüzün başta gelen çözümleri olarak saydığımız ‘Ar-Ge, İnovasyon, Girişimcilik’ gibi alanlarda yaşadığımız yetersizliklerin  toplumsal “niçin?”lerine  götürmesidir. Eğitimsiz toplum mesleksiz toplumdur. Ayrıca Türkiye uzun yıllar, eğitimini yükselttiği oranda meslek eğitimini yükseltemeyen ülkelerden biri olmuştur. Demek ki eğitim konusunu ele aldığımızda çift katmanlı bir sorunla yüzyüze olduğumuzu görürüz. Ayrıca bir de bu arada, ‘EĞİTİMİN KALİTESİ’ne bakmamız gerekli ve zorunlu olacaktır.

Eğitimin Kalitesi Araştırması'nda(PISA) Türkiye
65 ÜLKE İÇİNDE 45. OLMAK!
Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) tarafından üç yılda bir yapılan ve 15 yaş grubundaki öğrencilerin zorunlu eğitim sonunda hayata hazır oluş durumlarını ölçen dünyanın en kapsamlı eğitim araştırması PISA 2012 (Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı) sonuçlarına göre Türkiye değerlendirilen 65 ülke arasında 45. sırada yeraldı.
Türkiye, 2002–2012 döneminde matematikte ortalama 3.2, okumada 4 ve fen bilimlerinde 6 puanlık artış sergilemesine rağmen Hırvatistan, Sırbistan, Yunanistan, Macaristan, İsrail ve Litvanya gibi kendi kategorisindeki ülkelerin gerisinde kaldı.
PISA sonuçlarına göre Türkiye’de gelir seviyesi düşük bölgelerde okuyan öğrencilerin eğitim kalitesi arttı. Ancak PISA sınavında üst düzey başarı gösteren Türk öğrencilerin oranı OECD ortalamasının çok altında kaldı.
Türkiye, fen bilimleri kategorisinde ise yine OECD ortalamasının altında kalarak 42. sırada yeraldı. Bilim kategorisindeki en zayıf ülkeler arasında yeralmasına rağmen Türkiye’nin son 3 yılda ortalama yıllık 6 puan artış gösterdiği dikkat çekti. Bilim alanında OECD ortalamasının altındaki ülkeler arasında en hızlı iyileşme gösteren ülke, Kazakistan’la birlikte Türkiye oldu. PISA raporuna göre, Türk öğrencilerde yüksek performans gösteren öğrencilerin sayısında bir artış olmazken düşük performans gösteren öğrencilerin sayısında önemli bir düşüş yaşandı.
Türkiye, matematik formüllerini anlamada ise 65 ülke arasında 62, formel matematikte 25 ve uygulamalı matematikte de 30. sırada yeraldı.
Bu değerlendirme bize; Türkiye’nin eğitime odaklanıp öğrenim görme süresini artırmak, fakat aynı zamanda eğitimde kaliteyi yükseltmek gibi, ertelenmesi veya savsaklanması gelecekte çöküntü yaratacak iki yaşamsal eğitim reformunu birlikte geliştermek zorunda olduğunu haber veriyor.

Mesleki ve Teknik Eğitimde Türkiye'nin Durumu
MESLEKSİZ
 BİR ÜLKE OLMUŞTUK

Mesleki eğitim zorunlu oldu: Türkiye bir ara neredeyse “Mesleksizler ülkesi” denecek duruma düşmüştü. Kalifiye ve ara eleman noksanlığı üretici sektörlerin ortak sorunuydu. Eğitim ve ekonomi, birbirinden uzaklaşmış ve hatta biri diğerine kapanmış alanlar haline gelmişti. Bereket; siren sesleri duyuldu da 2006 sonrasında harekete geçildi ve önemli adımlar atıldı.
Bilindiği gibi İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği yasa ve yönetmelikleri ile Türkiye’de işyerlerinin tamamına yakını tehlikeli ve çok tehlikeli sınıfta yeralan işler kapsamına alındı ve bu işyerlerinde, mesleki eğitim aldığını belgeleyemeyenlerin çalıştırılması yasaklandı. Bu adıma paralel bir başka adımla Türkiye genelinde 378 genel lise meslek lisesine dönüştürüldü. Ayrıca; okul çeşitliliği yerine program çeşitliliğini esas alan bir yapının kurulması amaçlandı.
Bu durumda; zaten mesleki eğitim almış personel temininde güçlük yaşayan Türkiye’de mesleki eğitim,  yaşadığımız ekonomik sorunların çözümü ve aşılmasında büyük önem kazandı.

Mesleki ve teknik okullaşmamız: OECD verileri; mesleki ve teknik eğitimin ortaöğretim içindeki payında ülkeden ülkeye ekstrem farklılıklara işaret eder. Örneğin;
Kanada’da               yüzde 5.6
Japonya’da              yüzde 22.6
Kore’de                 yüzde 23.7
Almanya’da              yüzde 51.5
Hollanda’da                  yüzde 67.0
Avusturya’da                 yüzde 76.7
İtalya’da               yüzde 60.0
Fransa’da               yüzde 44.3
Türkiye                 yüzde 51.0
OECD ortalaması         yüzde 46.0
21 AB ülkesi ortalaması      yüzde 52.8
Türkiye ortaöğrenim düzeyinde, kendi ekonomik-sosyal yapı ve gereksinmesine göre mesleki ve teknik okullaşmada 2003 yılında, yüzde 35.8  ile çarpık bir durumdaydı. Yüksek öğrenime sınavsız geçiş vb. önlemlerle 2013 yılında orta öğrenimde mesleki ve teknik okullaşma oranını yüzde 51’e çıkardı.
Mesleki ve teknik okullaşma için orta öğrenim basamağında yapılan bu hamle “somun sıkacak eleman bulamıyoruz” diyen imalat sanayisinin günübirlik ‘KALKINMA’ (büyüme ve istihdam) gereksinmesi bakımından zorunlu idi. Acaba ülkenin topyekün ‘GELİŞME’ vizyonu açısından sorunu çözüyor muydu, buna bakalım.

Türkiye’nin topyekün gelişmesi açısından mesleki ve teknik eğitim başarısı, esas olarak kendini akademik düzeydeki okullaşmada gösterir. Çünkü imalat sanayisinde uygulamada “ara eleman” ne kadar önemli ise endüstriyel tüm süreçleri yönetecek  “lider eleman” da o kadar önemlidir.

6 No’lu tablo verileri bize, teknik ve mesleki lise düzeyinde okullaşma hamlesinin akademik düzeye yeterince yansımadığını göstermektedir. 2 yıllık ön lisans programlarına geçiş değişik sektörel eğitimlerde yüzde 36–58 arasında olurken 4 yıllık lisans programlarına geçiş yüzde 1.0–18 düzeyinde kalmaktadır. Endüstri liselerinde akademik eğitime geçişte yaşanan tıkanıklık ise daha bir çarpıcıdır. Hizmet sektöründe akademik okullaşma düzeyi nispeten artarken önüne yüksek katmadeğerli üretime geçmek gibi bir hedef koyan Türkiye’nin bu sonuçlardan çıkarması gereken önemli dersler bulunmaktadır.
Bu noktada ayrıca mesleki ve teknik eğitimin liseler düzeyindeki kalitesine de bakılacaktır. Bugünkü durum şöyledir: Ortaokulu bitiren öğrencilerden akademik başarısı yüksek olanlar çoğunlukla genel ortaöğretim okullarını tercih ederken orta ya da düşük akademik başarı gösterenler mesleki ve teknik eğitim liselerini tercih etmektedir. İnsan kaynaklarımızı heba ettiğimiz geçiş noktası işte burasıdır. ÖSYM verileri incelendiğinde uzun yıllardır mesleki ve teknik eğitim liselerinin yükseköğretime giriş sınavlarında en düşük başarıya sahip oldukları görülmüştür.
Tablo 6’da, mesleki ortaöğrenimden yüksek öğrenime geçişte halen yaşanmakta olan önemli bir kırılma noktasını görüyoruz. 2012 yılında meslek liselerinin son sınıflarından yükseköğretime giriş sınavlarına başvuran 227.283 öğrencinin sadece yüzde 7.06’sı dört yıllık lisans programına yerleşmiştir. Bu oran ve sayı genel liselerde yüzde 30.24 ile 487.314 öğrencidir. Buradan çıkarmamız gereken en önemlli sonuç, meslek liselerinde eğitimin “ara eleman” yetiştirmeye hapsedilmemesi, “girişimci, vizyoner, lider” nitelikleri de olan ara eleman yaratacak şekilde desteklenmesi gereğidir.

Türkiye'de Meslek Yüksek Okulları
985 MYO, 1.5 MİLYON ÖĞRENCİ
Türkiye’de ‘Mesleki Yüksek Öğrenim’in durumunu, sorunlarını ve konseptini en güncel değerlendirmeyi de kapsadığı için YÖK’ten aktarmayı yararlı buluyoruz.
YÖK Yönetim Kurulu Üyesi Tufan Buzpınar şunu diyor: “Son iki yılda meslek yüksekokullarının bugün de konusu olan öğrencilerin iş dünyası ile işbirliği ve çevreyle olan ilişkilerinden dolayı 10 bin nüfusun altındaki ilçelere de meslek yüksekokulları izni vermeye başladık. Türkiye’de 985 meslek yüksekokulu var. Bunların 750 bini örgün olmak üzere 1.5 milyon öğrencisi bulunmaktadır. Bugün 71’i vakıf, 104’ü de devlet olmak üzere 175 üniversitemiz var. Hemen hepsinin meslek yüksekokulları var. Ama bugün itibarıyla geldiğimiz ve en çok sıkıntısını çektiğimiz mesele kalitesizliktir. 4 yıllık kurumların birçoğuna 180’in üzerindeki puanlarla yerleşilebiliyor. 2 yıllıklar yani meslek yüksekokulları daha çok öğrenci alıyor. Ama yükseköğretime giren öğrencilerin ne denli yetiştirildiği ve yükseköğretimin kalitesi meselesi devasa bir problem olarak önümüzde durmaktadır.”
YÖK’ün bu konuda benimsediği amaçlar ve yürüttüğü çalışmalar şöyle özetleniyor:
- Mesleki eğitim ve öğretim kurumlarında modüler müfredat programlarının geliştirilmesi. Modüler müfredat işletmelerin, özel sektörün beklentilerini esas alan bir ölçme-değerlendirme sistemidir.
- Avrupa Kalite Güvence sistemiyle uyumlu; sosyal ortakların işbirliğiyle geliştirilen ve uygulanan; nitelik ve yeterliliklerin tamamen aktarılmasını sağlayan bir kalite sistemini oturtmak.
- İş Piyasası ile Mesleki Eğitim ve Öğretim Kurumları arasında aktif işbirliği sağlayacak mevzuat altyapısının hazırlanması.
- Mesleki Eğitim Kalite Geliştirme Merkezi’nin kurulması.
- Eğitimler yoluyla mesleki ve teknik eğitim ve öğretimin kalitesini ve içeriğini geliştirecek öğretmenlerin pedagojik ve profesyonel yeterliliklerinin geliştirilmesi.
- Ortaöğretim, mesleki eğitim kurumları ve meslek yüksek okullarındaki mesleki ve kariyer danışmanlığı hizmetlerinin artırılması.

Yüksek İnsani Gelişmişlikte En Yüksekte Olmak
İNSANİ GELİŞME DEVRİMİ
Otuz-kırk yıllık zaman dilimlerinden bakıldığında Türkiye’nin el attığı hemen her konuda amacına ulaştığını görürüz. Tablo 7’de Türkiye’nin İnsani Gelişme unsurlarını birarada görüyoruz. Bunlar Türkiye’nin toplumsal kapasitesine uygun düşmeyen sonuçlardır. İnsani Gelişmişlik Endeksi’nde, Yüksek Gelişme kategorisinde olduğumuz halde bu kategorinin en geri sıralarında oyalanıp durmaktayız?
Bunun nedeni; el attığımız konulara“tek başına” konularmış gibi bakmamızdır. Oysa artık hepimiz biliyoruz ki; eğitim sorunu ekonomiyle, ekonomi sağlıkla, işsizlik sorunu siyasetle, siyaset sorunları eşitsizlikle, cinsiyet eşitsizliği sorunu kültürle, kültür sorunları özgürlük anlayışı ile yakından ve tümü birden toplumsal duruşumuzla ilgilidir. Dolayısıyla İnsani Gelişme yönünden açıklarımızı sektörel bazda fakat ortak bir ulusal amacın parçası gibi görmemiz, çözümü de bu bütünlük içinde aramamız gerekir.
Türkiye’nin ‘İnsani Gelişme’ sorunlarını bu şekilde kavramak ve çözmeye çalışmak  doğru yöntemi bulmak demektir. Bunu, bugünkünden çok daha geniş ve derinleştirilmiş bir “Sosyal Sorumluluk” anlayışı ve hatta “Sosyal Mecburiyet” ile desteklemek gerekir. Bu durumda, ölçeğinden bağımsız olarak her kurumun ‘İnsani Gelişme’ ile bağ kurmuş bir “Sosyal Anayasa”sı olmalıdır. Böyle bir ekosistem içinde sosyal sorumluluk anlayışı bireylere kadar derinleşebilecek, ekonomik faaliyet ‘Büyüme ve Kalkınma’ odaklı olmaktan çıkarak ‘Sosyal Refah’ın kazanılmasına yönelecektir.

SÜLEYMAN ONATÇA - TÜRKONFED Başkanı:
Bölgesel kalkınma önemli

Bu yıl açıklanan BM İnsani Gelişme Raporu’nda Türkiye’nin 69. sırada yeraldığını görüyoruz. Endeks değerinde kısmen bir artış görülüyor, ancak görece olarak bir ilerleme kaydedemedik. Ayrıca, 17. büyük ekonomi olan Türkiye için 69. sırada olmak bu kapsamda hala alınacak çok yol olduğunu gösteriyor.
Bu yıl yayınlanan raporda yeni bir endeks daha göze çarpıyor, "Yönetim Algısı" konulu bu endekse göre 2007-2012 yıllarını kapsayan dönem için vatandaşların yüzde 53’ü ulusal yönetime güveniyor. Nitekim son yapılan seçimler de bunu onaylar bir nitelik taşıyor.  Ülkemizin gelir düzeyinde ortadan yüksek gelir düzeyine, insani gelişme düzeyinde ise yüksekten, çok yüksek insani gelişme düzeyine çıkabilmesi ancak istikrarlı bir siyaset ve ekonomi ile mümkün olacaktır.
Ekonomik göstergeler açısından ise ülkede kişi başına gelir 2011 yılına kadar hızla yükselirken 2011’den sonra yavaşlama eğilimine girmiş. TÜRKONFED olarak biz de raporlarımızda 2011 yılından itibaren büyümedeki yavaşlama eğilimine sıklıkla dikkat çekiyoruz ve bu durumu düzeltmek için ekonomik reformların ivedilikle yapılması gerektiğinin altını çiziyoruz. Ekonomik reformların hayata geçmesinin başında ise “bölgesel kalkınma” konusu geliyor.
“Bölgesel kalkınma” ulusal bir konudur. Bölgelerimiz geliştikçe, düşük gelirli bölgelerimizdeki illerimiz kalkındıkça, bundan diğer bölgelerimiz, diğer illerimiz de kazançlı çıkacak.
Düşük gelirli bölgelerimiz Ermenistan standardında, yüksek gelirli bölgelerimiz ise Portekiz’in yaşam standardına sahip. Batı ile Doğu’nun etkileşimini iyileştirdiğimiz ölçüde, Doğu’da kalkınmanın hızlanması, Batı’da da ekonomik büyümeyi hızlandırmaktadır. Bölgesel kalkınmayı hızlandırarak, bölgelerarası gelir farklılıklarını azaltarak, ülkemizin sadece yüksek büyüme hızlarına değil, aynı zamanda dengeli ve sürdürülebilir bir büyüme çizgisine de ulaşacağını düşünüyoruz. Bunları başarırsak ülkenin düşük gelirli bölgeleri Sırbistan’daki yaşam standartlarına, yüksek gelirli bölgeleri ise İngiltere’deki standartlara ulaşacaktır.
Maalesef ülkemiz eğitim konusunda çok gerilerde. Yürüttüğümüz çalışmalarda Türkiye’de eğitim süresinin 20 yılda ancak 5 yıldan 7.5 seviyesine çıkarılabildiğini gözlemliyoruz. Bu konuda daha hızlı adımlar atmamız gerekiyor.
Bunun yanısıra cinsiyet eşitsizliğini giderecek reformlara imza atılmalı. 

NAİL OPAKMÜSİAD Başkanı:
İGE potansiyelimiz var


BM 2014 İnsani Gelişmişlik Endeksi (İGE) Raporunda Türkiye’nin artık  ‘Yüksek insani gelişmişlik’ kategorisinde olduğu açıkça ifade edilmektedir.  Aynı rapordaki rakamlara bakıldığında Türkiye’deki 1980-2013 arsında doğumda beklenen tahmini yaşam süresi 16.6 yıl arttığını, ortalama öğrenim görme süresinin 4.7 yıl ve öğrenim görme süresi beklentisin de 6.9 yıl arttığı yazılmıştır. Türkiye’de kişi başına düşen Gayri Safi Milli Gelir (GSMG) 1980-2013 arasında yüzde 112.5 civarı bir artış gösterdi.
Bu raporda parlamentodaki kadın sandalye sayısı da kriter alınıyor. Ancak Türkiye’nin kadınlara Finlandiya hariç tüm Avrupa ülkelerinden önce seçme ve seçilme hakkı verdiği gözardı ediliyor.  Ekonomik sürece katılım noktasında ise ülkemizde sosyokültürel yapı kadını ‘anne’ kavramı üzerinden tanımlamaktadır. Bu durum kadının çalışma hayatına, kontrollü ve kademeli bir geçiş ile girmesini sağlamaktadır. Ayrıca toplum olarak biz kadınlarımıza çalışma hayatını dayatamayız. Şayet onlar isterlerse olanak sağlayabiliriz.
Rakamlara baktığımızda, Türkiye’de 400 halka açık şirkette kadınların çalışma oranı yüzde 12 civarıdır. Aile mensupluğunu çıkarırsak yüzde 6-7’dir. Türkiye’de kadın istihdamı tarım ve aile işçiliğinde yoğun. Bu alan da kayıtdışı istihdamın yüzde 80’lere vardığı sektörlerdir.
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı liderliğinde ‘İşte Eşitlik Platformu’, 50 paydaşın katılımıyla oluşturulmuş, üye şirketler, koçluk ve mentorluk oluşturma ya da kreşler açma gibi belli bir taahhütte bulunmuşlardı. İş Dünyası olarak bizlere düşen görevlerin biri de bu olması gerekiyor. Taahhüdü artıracak firmaların sayısının arttırılması ve bu taahhütlerin ne kadar yerine getirildiğinin takip edilmesi gerekmektedir.
Eğitim alanında da birçok yenilikleri son yıllarda gözlemlemekteyiz. Türkiye Batı’ya oranla genç nüfusa sahip. Haliyle bu nüfusta beraberinde ciddi bir eğitim politikası istiyor.  Verilere baktığımızda erken çocukluk eğitiminin Türkiye’deki en önemli eğitim politikası önceliklerinden biri olmaya devam ettiğini açıkça gözlemlemekteyiz.
Sonuç olarak BM 2014 İnsani Gelişmişlik Endeksi verilerine bakıldığında dönemde geliştirilen politikaların ileriye yönelik  pozitif anlamda  ileri mesajlar verdiğini gözlemlemekteyiz. Bu konularda yapacak çok işimizin olduğu aşikar ve bu başarıyı gösterecek potansiyelimizin olduğunu da unutmamamız gerekmektedir. 

ENDER YORGANCILAR - EBSO(Ege Bölgesi Sanayi Odası) Başkanı:
Yapısal politikalar gerekli


İnsani ve toplumsal gelişmişliğe ilişkin analizler, ülkelerin ekonomik gelişmişliklerinin ve refah seviyelerinin göstergesi olmaktadır. Bu bağlamda küresel ve bölgesel dinamikleri irdelememiz bakımından makroekonomik veriler kadar, gelişmişlik ve kalkınma ile ilgili göstergeleri izlememiz de büyük önem taşımaktadır.
Özellikle 1980’li yıllarda başlayan finansal serbestleşme, küreselleşme ve teknolojik gelişme odaklı değişimler, ülkelerin sosyoekonomik verilerinin izlenmesi ve geleceklerine ilişkin stratejilerin yeniden belirlenmesini zorunlu kılmıştır. 
Bu bağlamda, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) tarafından yayımlanan ve “İnsani Gelişme Endeksi (İGE)” başta olmak üzere pek çok kriter bazında gelişmişlik sıralamalarına yer veren raporun, ülkelerin refah seviyelerine ilişkin karşılaştırmalı fikir edinilmesini sağlaması bakımından dikkatle izlememiz gereken bir çalışma olduğuna inanıyorum.
Ülkemizin ise 2013 yılı itibarıyla 69. sırada yeralarak yüksek insani gelişmişlik kategorisinde bulunduğu ve 1980’den günümüze yüzde 53’lük bir ilerleme kaydettiği görülmektedir.
Bununla birlikte ülkemizin ergen doğurganlık oranındaki yüksekliği, buna karşın kadın parlamenter oranındaki düşüklüğü, eğitim seviyesi, ortalama öğrenim görme süreci, işgücüne katılım oranı ve kişi başına düşen Gayri Safi Milli Gelir bakımından kadınların erkeklerden çok daha düşük oranlara sahip olması toplumsal cinsiyet eşitsizliği bakımından geri sıralarda yeraldığımızı ve ayrıca cinsiyete dayalı gelişme endeksi bakımından potansiyelimizi değerlendiremediğimizi göstermektedir. Bu çok önemsediğimiz ve önemsenmesi gerektiğine inandığımız bir alt başlıktır.
Özellikle İGE sıralaması, nüfus büyüklüğü, toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve cinsiyete dayalı gelişme endeksleri bakımından sırasıyla 76. ve 78. sıradaki Azerbaycan ve Sırbistan ile yakın kapsamda ele alınmamız, hatta eğitimde ve gelirde eşitsizlik bakımından sözkonusu ülkelerden geride kalmamız; eğitim, nüfus, sağlık, adalet gibi kriterler nezdinde daha yapısal politikalara ihtiyacımız olduğuna işaret etmektedir. 

MEMİŞ KÜTÜKCÜ - Konya Sanayi Odası Başkanı ve TOBB Yön. Krl. Üyesi:
Yeni bir Anayasa'ya ihtiyaç var

Bugün Türkiye’de verilen mücadele, özellikle Türk özel sektörünün üretim kabiliyetini geliştirmeye yönelik atılan her adım, aslında ekonomik kazanımların yanısıra eğitimde, kültürde, sağlıkta, kısaca insana dair her şeyin standardını yükseltmek içindir. Türkiye ürettikçe, insanımızın yaşam kalitesi de artacaktır. Birleşmiş Milletler’in İnsani Gelişmişlik Endeksi’nde 2012 yılında 90’ıncı sırada yeralan Türkiye, 2014 yılında bu sıralamada 69’uncu sıraya yükselmiştir. Özellikle ekonomide elde edilen başarıların, bu yükselişte oldukça etkili olduğunu düşünüyorum. Ülkemizde özellikle yeni Anayasa, eğitim ve Ar-Ge konusunda atılacak yeni adımlar bu endekslerdeki yerimizi daha iyi noktalara mutlaka taşıyacaktır.
Her şeyden önce Türkiye’nin yeni bir Anayasa ihtiyacı var. Tüm sistemi yeniden inşa edecek, daha dinamik, kalkınma öncelikli yeni bir Anayasa’ya ihtiyacımız her geçen artıyor. Daha müreffeh, daha gelişmiş bir Türkiye için atılması gereken öncelikli adım yeni bir ‘Anayasa’dır.
Ayrıca eğitim sistemimizde, insanların niteliklerini artıran, ömür boyu eğitimi esas alan köklü reformlara ihtiyaç var. Biz, her bir ferdin, daha yüksek hayat standardlarına kavuşmasının yolunun üretimden geçtiğine inanıyoruz. Yeni Hükümet’in ve Bakanlar Kurulu’nun kurulmasıyla bu yönde önemli adımlar atılacağına inanıyoruz.

Yorumlar (0)