EKONOMİST

Ekonomist Ege Cansen: FED geri adım atmadı





Dünya ve Türkiye 22 Mayıs’tan başlayarak bugüne Ekim başına kadar, Amerikan Merkez Bankası FED’in aldığı ‘tahvil alımlarını durdurma’ ve ‘azalan banka parasını kompanse etmek’ten vazgeçme kararının yarattığı çalkantıyı tartıştı. Kararından vazgeçmeyen ama Eylül ortasında uygulamayı ‘uygun zamana’ erteleyen FED’in politikasından  kaderi en çok etkilenen ülkelerin başında Türkiye geldiği için, yaşanan heyecan ve endişe ülkemizde çok yüksek oldu.

FED için, o halde sadece ABD ekonomisi için ‘uygun zaman’ geldiğinde 22 Mayıs Kararı kesin uygulanacağı için Türkiye kaderinden kaçamaz. Peki ne olur veya ne olacak?

Bunu da Türkiye’nin önde gelen ekonomistlerinden, Hürriyet Gazetesi  Yazarı Ege Cansen ile konuştuk:



22 Mayıs’ta FED’in kararı sonrası özellikle gelişmekte olan ülke piyasaları hareketlendi.18 Eylül tarihli  FED kararı ise yangına su serpti. Durum göründüğü gibi mi, altında başka neden var mı?

Ege Cansen:  Olanı ve olmayanı bir  irdeleyelim. ABD’de ucuz para politikası bundan önceki FED Başkanı Alan Greenspan tarafında uygulandı. Bu uygulama neticesinde ABD ekonomisi gelişti ama varlık fiyatı balonu oluştu. Özellikle de gayrimenkul fiyatları patladı ve 2008 yılında kriz geldi. Bugünkü FED Başkanı  Ben Bernanke ise göreve yeni başlamıştı. Krizi kucağında buldu diyebiliriz. Krizin nedeninin de düşük faiz politikası olduğu aşikardı. ABD’nin 1929 yılında başlayan 10 yıl süren kriz tecrübesi vardı. Bu büyük   kriz aynı zamanda Bernanke’nin incelediği bir vakadır; o krizle ilgili yapılan yanlışları tespit etmiştir. 1929 krizinin neden bu kadar derin olduğu ve dünya ekonomilerini etkilediği önemlidir. ABD açısından 1929 krizi milli gelirin yüzde 30 geriye gittiği, işsizliğin ise yüzde 25’in üste çıktığı bir dönemdir. Dolayısıyla 2008 krizinde Bernanke başlangıçlarının benzemesinden yola çıkarak 29 krizinde yapılan hataları yapmama kararı aldı. 1929 yılında sıkı para politikası uygulanmıştı. Bernanke de  aksine gevşek para politikası uygulamaya karar verdi. Bu dönemde ABD Merkez Bankası bilançosu çok ciddi şekilde büyüdü. 700 milyar dolardan 3 trilyon dolara çıktı. Bernanke kimsenin almadığı çürük kağıtları ve devletin çıkardığı tahvilleri aldı. Ciddi likitide bolluğu yarattı.

ABD’DE ‘BANKA PARASI’ ARTTI, PARA ARZI ARTMADI*

Bu para bolluğu neden ABD ekonomisinde enflasyona neden olmadı?

Ege Cansen: Aslında ABD’de para miktarı artmadı. Ekonomilerde iki türlü para vardır; birincisine MB parası denir diğerine ise bankacılık sektörü parası. Bankalar kredi vererek para yaratır. Bunların ikisinin toplamı da toplam para arzıdır.  Bernanke baktı ki bankalar para yaratamıyor. Sistemdeki para azalıyor. Bernanke, banka parası ne kadar azalırsa onu kompanse edecek kadar para yarattı. Toplamda bu rakam da 2 trilyon doları buldu. Böylece ABD’nin toplam para arzı artmadı.

TÜRKİYE EKONOMİSTLERİNİN GÖREMEDİĞİ YÖNTEM

Bu pek bildiğimiz bir yöntem değil?

Ege Cansen: Evet herkesin bildiği bir konu değil. Zaten 2008’den bu yana FED, 2 trilyon para yarattığı halde enflasyon kıpırdamadı. Bir sürü ekonomist, ‘Allah Allah bu nasıl oluyor?’ diye soruyordu. Çünkü ABD’de para miktarı çoğalmadı. Metodu da ABD’li profesör yakaladı. Profesör bu yeni kavrama; “Divisia M4.” adını koydu. Bir para miktarı ölçülürken m1m2 ve m3 vardır, buna da m4 denildi. İspatladı ki;  ABD’de para miktarı artmıyor. Aslında yöntem çok bilinmeyen bir şey değil ama cesaret isteyen bir yöntem. Bilgine çok güvenmen gerekiyor. Teorik bilgine çok güveniyorsan bu yöntem uygulanabiliyor. Türkiye’deki hiçbir ekonomist bunu görmedi. Avrupa’da da göremeyen birçok uzman var. Ben kişisel olarak bir şeyler sezinliyordum, profesörün makalesini gördüm.

FED geri adımı neden attı?

Ege Cansen: Sonuca bakarsak  29 krizine gidilmesine engel olmuş oldu. Şimdi ise Bernanke iki göstergeye bakıyor; bankalar tekrar kredi vermeye başladı mı, işsizlik azalmaya başladı mı? Bu iki veride gelişme olunca da FED eski tutumuna geri dönecek; para yaratma işine son verecek, bunu da açıkladı. Ama 22 Mayıs’ta alınan kararlara gelişmekte olan ülkeler daha fazla tepki verdi. Buralarda büyük çalkantı oldu. Dünya ekonomisi dünya ticareti üzerine kuruludur. Bernanke baktı ki aldığı karar gelişmekte olan ülkeleri, dolayısıyla  ticaret ortaklarını müşkül duruma düşürüyor, dünya ticareti olumsuz etkilenecek düşüncesiyle geri adım attı. Bu süratle, titremekte olan bizim gibi ülkelere biraz daha gaz verdi. Ama ABD ekonomisi açısından karar değişmiş değil. Sadece ertelendi. Uygun zaman beklenecek. Ama biliyoruz ki ABD ekonomisinde alınan kararlar uygulanacak. Çünkü aksi halde hem ABD bankaları para yaratır, hem FED para yaratırsa enflasyon patlar. Bu yapı 10 yıl daha devam etmez.

2014 KIYAMET YILI MI?

FED’in bu kararının bu kadar yankı bulması normal mi?

Ege Cansen: En büyük tepkilerden birini Türkiye verdi. Gelişmekte olan bir dizi ülke piyasası sıkıntılar yaşadı. Bernanke  de aldığı bu kararın dünyada, özellikle de gelişmekte olan ülkelerde bu kadar yankı bulmasını beklemiyordu. Kötü sonuç vereceğini öngörmedi. Çünkü ekonominin içinde insan var. İnsan olunca da tepkiler kolay kolay kestirilemez. Bernanke tepkiyi gördü ve erteledi. Erteleme kabaca Ocak veya Aralık ayına ertelenmedir.  Sırf dünya ekonomisi rahatlasın diye ABD’de sıkıntıya izin vermez.

Yani dünyada yeni bir dönem başlamıyor mu?

Ege Cansen:  Bu dünya ekonomisi eski mimari üzerine gidecek. Oransal olarak az gelişmiş ülkeler daha fazla kalkınacak, gelişmiş ülkeler oransal olarak daha az büyüyecek. Yeni dönem başlamış değil. Eğer yeni dönem demek istiyorsak; bol para dönemi bitti o kadar.

Türkiye’nin aşırı tepki vermesinin altında cari açık mı yatıyor?

Ege Cansen: Türkiye’nin hazırlıksız olduğu nokta dış borç bağımlılığıdır. Yaklaşık 1.5 yıl önce Başbakan Yardımcısı Ali Babacan ile görüştüm.  Cari açıkta sürdürülebilir ifadesini kullandı ve yüzde 3 yanıtını verdi. Şimdi bu oran yüzde 6.8 civarında. Şunu söyleyelim; dünyada cari fazla olmadan cari açık olmaz.

İZLENEN DIŞ POLİTİKA FELAKETTİR

Ekonomiden ayrı düşünülemez, dış politikayı nasıl buluyorsunuz?

Ege Cansen: İzlenen dış politika felakettir. Bu işler cingözlük/köylü  kurnazlığı kaldırmaz. Kolay değil, Türkiye Cumhuriyeti, ondan önce Osmanlı İmparatorluğu bir dış politika ortaya koymuş. Yurtta sulh, cihanda sulh demiş. Kimsenin iç işlerine karışma ki onlar da senin iç işlerine karışmasın. Kimsenin bir karış toprağında gözün olmasın ki onların da senin toprağında gözü olmasın. Bütün bunlar palavra mı? Bir adam çıkıyor. Kitap yazdım diyor, “derinlik”  diyor. Bunları alt üst ediyor. İyi bir öğrenci ama ötesi yok. Bu, profesör olmakla stratejik kitap yazmakla olmuyor. Bu arada bunları sadece ben söylemiyorum, Ak Parti’nin ilk dönem Dış İşleri Bakanlığı’nı yapmış olan Yaşar Yakış’a sorun. O on kat daha fazlasını söylüyor.

Dış konjonktüre gelirsek Almanya’da Merkel’in yeniden seçilmesi Avrupa’nın toparlanması anlamına gelir mi?

Ege Cansen: Alman milleti sofistike bir millettir. Almanya çok derin üretim kültüründen gelir. Tepeden bakılınca taş gibi toplumdur. Günümüze gelirsek, Almanya Avrupa’nın motorudur. Angela Merkel bu kriz sürecinde ne yapmıştır: kimsenin batmasına izin vermemiştir ama istediklerini de yapmamıştır. Hem sevmiştir hem dövmüştür.  Güney Kıbrıs’ı iflastan kurtarmıştır. Almanya şu anda Avrupa’yı terbiye etmekle meşgul. Almanya’da Almanlaştırma politikası var.

Çin, Japonya, Almanya yapısı gereği cari fazla veren ülkelerdir. Cari fazla da sorundur ama kısa sürelidir. Fakat cari açığın kötü tarafı; sonunda dayak yiyorsun ve krizlere giriyorsun. Türkiye için yüzde 3 iyidir.  Yüzde sıfır ise mümkün gözükmüyor, –ancak hem ekonomik hem sosyal devrimle mümkün olur–. Ya da petrol bulunursa cari açık sıfır olur. Cari açıkta büyük azimle 3-4 yılda yüzde 3’e kadar inilebilir. Ama ‘döviz patladı, vatandaş müşkül durumda kaldı’ yaklaşımı ile olmaz. Yüzde 3’e gelir mi derseniz; dayak yemeden gelmez.

Peki yüzde 3’e gelmek istese hangi politikalardan vazgeçmeli?

Ege Cansen: Aslında herkes konuşuyor. Başbakan da söylüyor: ayağı yorgana göre uzatalım. Demek ki yorgan kısa ayak uzun. Uzun bir yorgan olsa problem değil ama ayaklar açıkta. Ayaklar nasıl büzülür; tüketimi kısarak. Tüketim nasıl azalır? Fiyatlar  artarken gelirin artmaz ise tüketim azalır. Can alıcı nokta bu. Yani gelir artışı, yani ücret, fiyat artışının arkasında kalmalıdır. Yani popüler ifadeyle; –anlaşılması için bu ifadeyi kullanıyorum– ‘enflasyonun halkı ezmesi gerekiyor.’ Çünkü enflasyon, fiyatların ve ücretlerin birbirini kovalayarak artması sürecidir. Bir kez fiyat artışı enflasyon değildir bu nispi bir değişimdir. “İşçimizi ve memurumuzu ezdirmeyeceğiz” diyerek bu ülkede cari açık kapanmaz. Çünkü tüketim devam  edecek demektir.  Şunu  da söyleyelim;  ülke  olarak  tasarruf oranımızın azlığından bahsediliyor ama tasarruf oranımız az değildir, tüketimimiz fazladır.

‘BENDEN ALMA ONDAN AL!” DÖNEMİ GELEBİLİR

Peki tüketim nasıl kısılacak?

Ege Cansen: Tüketimi kısmak için fiyatlar artacak, gelirler artmayacak. ‘Ayağımızı  yorganımıza göre uzatalım’ ile ‘halkı enflasyona ezdirmeyeceğiz’ ifadeleri yan yana gelmemeli. Yani enflasyona ezdireceğiz.

Şimdi bir noktaya değinelim. Ekonomi üretimdir, ekonomi politika ise üleşim. Yani üleşim konusunu irdelersek: vatandaş diyecek ki ‘sen ayağını yorganına göre uzat, fiyat artışı kadar ücret artışı olmayacak diyorsun ama milletin altında 30 metre yatlar var. Sen benim üç kuruşluk gelirime kafayı takma, git onlardan al’.

Ancak zenginlerden alınan para tasarrufu artırmaz. Çünkü zenginlerin parası çoktur ama sayıları az olduğu için tasarrufları mahduttur. İnsanların doğal olarak tüketimlerinde bir doyma noktası vardır. Esas tüketimi artıran dar gelirlilerdir. Dar gelirlinin doyum oranı daha yüksektir. Burada yeni bir üleşim dengesi kurmak gerekiyor. Bunun ucu ise varlık vergisine kadar gider.

VARLIK VERGİSİ’NE KADAR YOLU VAR

Yani milli gelir dağılımının değişmesi mi gerekiyor?

Ege Cansen: Şimdi ben iktisatçı olarak bu taş nerden damaya çıkar ona bakıyorum. Bu varlık vergisine kadar gider mi? Gitmeli mi? Tartışılır. Varlık vergisine gitse; gayrimenkul vergilerini, otomobil kullanma vergilerini, hisse senedi olanlardan her yıl hisse senedi vergisi alınır; mevduatı bilmem ne kadardan fazla olandan bir defaya mahsus olmak üzere vergi alınır. Fakat bu kararın kararlı, ufak ufak, üst üste ve bir süre uygulanması gerekir. Yani üleşim modeli milli  gelir dağılımını düzeltmelidir; bu da 15-20 yıllık politika süreci anlamına gelir. Başlangıçta dar gelirliler ezilecektir. Örnek Yunanistan,  İspanya, İtalya vs.  Cari açık azaltma sürecine girdikleri için sabahtan  akşama kadar  pankartlar açık. Orada diyorlar ki; ‘benden alma ondan al!’. Bu işler kolay işler değil. Ak Parti de böyle bir şey yapamaz. Aslında yapamazlar demeyelim; bazen  öyle şartlar oluşuyor ki beklenilmeyen insandan beklenilmeyen kahramanlıklar çıkabiliyor.

Peki katmadeğerli üretim, inovasyon, Ar-Ge deniliyor. Bu söylemler hep hayal mi?

Ege Cansen:  Fiyat sabit kaldığı, ücretin payının düşmediği zaman katma değer artmaz. Demek ki, katma değerde daha çok emek kullanılacak ama fiyat artmayacak. Japonya ve daha sonra Çin’in uyguladığı sanayileşme  ve katma değer artırma olayının üç aşaması vardır: İlk aşama ucuz mal düşük fiyat, düşük kaliteli üretim. İkinci aşama otomasyona gidilerek mühendislik gelişir, çok yapıldıkça kalite artar. Orta kalite üretim orta kalite fiyat olur. Sonra ise sanayileşmede  sayıların artması kalitenin artması, ArGe’nin devreye girmesi ve inovasyona geçilmesidir. Bu da yüksek kaliteli üretimdir yüksek fiyatı getirir. Dolayısıyla küçücük firmada inovasyon olmaz. İnovasyon, sanayi büyüdükçe araştırma ve geliştirmeye büyük fonların tahsisi ile mümkün olur.

*Kapital ara başlıklar dergimiz tarafından konulmuştur.