EKONOMİST

Ekonomist Prof.Dr. İbrahim Öztürk:









MÜSİAD’ın Ekonomi Danışmanı olduğunuz dönem ile bugünkü dönem yorumlarınız farklı, niçin?

İbrahim Öztürk:
Ekonomi yazılarımda hükümetle ilgili boyut göz önüne alındığında şu değişikliği herkes görür. İlk aşamada çok öven, yanına bol miktarda dostça uyarı koyan ve çözüm önerilerini sunan, az miktarda da eleştiren yapıdan şimdi çokça eleştiren, daha az öneri yapan ve çok az övgü veren konuma geçtim. Bu dönüşün sebebi ise ekonomik yönetim anlayışı ve süreçlere bakış şeklinin farklılaşmasıdır. Şunu gördüm ki; başkalarının yanlışlarını aynen tekrarlamamak gerekiyor. İngiltere sanayileşme dinamiklerini bir asır önce finans kapitale teslim olarak bıraktı. Bugün kullandığımız üründe neredeyse İngiliz damgası yoktur. Tümüyle finans üzerinden ülke ilerlemektedir. Japonya 20 yıldır tersine, sanayileşme sürecinde, ekonomileri 20 yıldır büyümüyor. Türkiye’de de yaşanan budur. Türkiye büyümeyi bırakmıştır. Bu hatadır. Bari Japonya olduktan sonra bu hatayı yapsaydık. Yeteri kadar zenginleşmeden sanki Kore, Japonya veya ABD’ymiş gibi tüketimi özendirip, krediyi artırıp, tasarrufu azaltma sürecine girmeyelim. Farklılaşmamızın özü budur.



Reformlar durdu, geri dönüldü Peki nerede ayrışıyorsunuz?

İbrahim Öztürk:

1. Neden:
Türkiye’ye başarı getiren çıpalar çok da anlamlı sayılmayacak nedenlerle terk ediliyor. Örneğin Kemal Derviş Reformları olarak da bilinen amaca hizmet eden iktisadi reformlar bırakıldı. Oysa o reformlar öyle gelişi güzel tek çırpıda eleştirilip çöpe atılacak türden değildir. Nitekim sonuçlar ortada. Reformlar durdu. Türkiye reformlarını yapan, rekabetini oturtmuş, adil rekabet koşullarını koymuş, işçi güvenliğini sağlamış, emeğin hakkını savunmuş, eğitim reformunu bitirmiş bir ülke değildir. Ya da erken aşamada reform yorgunluğuna düşecek ülke değil. Reform sürecinde; başlamadan erken vazgeçmeler, zamana yaymalar, yapıyor gibi yapıp ama aslında yapmamalar olmaz.

2. Neden: Avrupa Birliği süreci sıkıntıya girmiştir. Şunu net görelim: AB’de Türkiye’ye yönelik negatif bir yaklaşımı ararsak buluyoruz. Belki AB’de kötü niyet vardır, belki de anlayış şekli farklıdır. Kendisi için yerel yönetim şartını koyan, otonomiyi koyan, ulusal iradeyi üst yönetime teslim eden bir anlayış yaşıyor. Sonra dönüp aynısını yapmanı istiyor. Ama sen bunu söylediği için AB’yi bölücü gibi görüyorsun. O zaman kararını vereceksin AB’ye girmek istiyor musun yoksa girmek istemiyor musun? Şunu görmeliyiz: Türkiye AB olmasaydı yaptığı hiçbir reformu yapamazdı. Hiçbir ortak mutabakatı sağlayamazdı. Ergenekon’la mücadele edemezdi, yaptığı ekonomik reformları gerçekleştiremezdi. AB Türkiye’ye vizyon verdi ve ileriye dönük taşıdı. Şimdi ise 1 ayda bir çuval inciri berbat ettik.

3. Neden: Türkiye’nin büyüme hikayesi vardı. Ama o hikaye de yarıda bırakıldı. Örneğin 2007 ve 2008’de Türkiye tümüyle büyüme kabiliyetini kaybetmişti. O günleri hatırlayalım: göstergeler tavan yapmış. Faiz oranları yükseliyor. Enflasyon ülke büyümediği halde çift haneli. Nitekim büyümeyen ekonomide enflasyon yüzde 10’a çıktı, cari açık yüzde 8’e fırladı. Bu dönemde gelen dünya krizi ise Türkiye’yi kurtardı. Dünya krizi o kadar büyük oldu ki; bu süreçte; küçük bir ülke olmamız, bütçe açığının az olması, kamu borç stokunun düşük olması ve bankaların yapısıyla bu süreci iyi atlattık. O dönem de şunu söyledim: Dünya normalleştiğinde Türkiye gerekli adımları atmazsa ülke olarak kaldığımız yere geri döneceğiz.

4. Neden: Türkiye’yi geleceğe taşıyacak lokomotif sektörleri belirlememiz gerekiyordu. Özellikle katma değeri yüksek bir takım kritik sektörlerle arayı kapatmamız gerekiyordu. Bunu 1970’lerde dünya yaptı. Türkiye yapmadı. Hükümet şöyle düşünüyor: yerli yapamadığına göre ben parayı veririm, teşvikleri sunarım, cari açık verdiğim tüm sektörleri de alt alta dizdim. Bunlara da destek veriyorum. Böyle bir şey yok. Olmadığını da görüyoruz. Çünkü yabancı sermaye; ‘içeride üretim yapmasam bu ülkeye mal satamaz mıyım?’ diye soruyor ve şöyle yanıtlıyor: “Satarım. Çünkü sınır yok, gümrük yok.” Gurur duyuyoruz en açık ülkeyiz. Dünya Ticaret Örgütü sadece Türkiye’ye aferin diyor. Oysa iç pazarını yabancıya pazarlayamazsan, bölgesel etki alanını iyi kullanamazsan, beşeri gücünü ortaya koyamazsan  başarılı olamazsın. Bunun yolu yordamı var. Türkiye’de satış yapan x markanın ürünlerini eften püften nedenlerle gümrükte beklet bak o marka yatırım düşünmüyor mu? Rusya 1 böcek buluyor 40 TIR’ı geri gönderiyor.



Liyakatli kadroları dağıttılar Ekonomi politikalarını da insanlar yapıyor. Anlattıklarınızın hayata geçmemesinin nedeni politika mıdır, politikacılar mı?

İbrahim Öztürk:
Bu hükümetin çok önemli bir zaafı var: Yüzde 50’nin oyunu aldılar ama yüzde 5’lik ekiple yönetim konusunda kilitlendiler. Türkiye’de herkes darbeci, Ergenekoncu, soyguncu değil. Dürüst, işini bilen ekiplerin hepsinin de muhafazakar olması gerekmiyor. Dolayısıyla işini yapan insan kaynağı az. İdeolojik, siyasi korkularla Türkiye’nin donamının 4’te 3’ünü bir kenara atıp da tabiri caizse her yeri imam hatiplilerle yönetmeye kalkıştığınızda (Ben de imam hatip kökenliyim) başarısız olursunuz. liyakatli kadroları her yerde dağıttılar. Bana sahip çıksın, yanlışımı söylemesin diyerek sadakat ekibi kurdular. Bunun devamında başkasının bu hükümete yanlış yapmasına gerek yok artık. Liyakatsizlik kilitlenmesi bu hükümeti bitirecek çünkü Başbakan geriye dönüp baktığında hayal kurduğu hiçbir şeyin yapılmadığını görecek. Artık projeleri yapacak kadro yok. Sahada ekip yok. Dolayısıyla politikacılarımız yok.



Bir sanayi politikası olsaydı, eleştirileriniz farklı boyutta olur muydu?

İbrahim Öztürk:
Türkiye’nin sanayileşme politikası – çerçevesi henüz yok. Türkiye’nin tarihinde ilk defa üretildiği söyleyen Sanayi Strateji Belgesi’ni aldım satır satır okudum ve bir akademisyen olarak yüzüm kızardı. Bu sanayileşme belgesiyse ben de şimendiferim. Anladım ki; o sanayi strateji belgesini hazırlamak da rant. O belgeyi üretmek için bütçe, kadro lazım onu kim kapmışsa almış götürmüş, kimse dememiş ki bu böyle olmaz. Türkiye’nin sanayileşme mimarisi yok. O yüzden de Türkiye’de halkımıza; refah, mutluluk getirecek varsayımıyla hayata geçirilen her türlü kalkınma hamlesi Türkiye’yi ithalata daha da derinlemesine bağlayıp, cari açığı artıran bir yapı oluyor. Örneğin kendi hızlı trenimizi yapamıyoruz. Oysa Kore hızlı trenini yaptı. Japonya’dan ithal edip içeride monte etmedi. Örneğin Rusların yapacağı nükleer enerji yatırımına Türkiye iki şey verecek; kum ve çakıl.



Çılgın Proje, Marmaray, 3. Köprü gibi dev projelerimiz var. Bu projeler önemli değil mi?

İbrahim Öztürk:
Şunu kabul edelim bu hükümet toplumun beklentilerini yükseltmiştir. Bu hükümetin başarısıdır ama aynı zamanda yok olma da nedenidir. Yarattığı değişim dalgalarının gerisinde kalırsan sen de bitersin. Dolayısıyla halkımıza bilişim vadisi ‘gitti’ de, ‘gittiyse gitsin’ der. Bilmiyor ki. Ama Çılgın Proje dersen bunu bir ömür boyu anlatırsın. Şunu söylemeye çalışıyorum Türkiye büyüme dinamiklerini kaybetmiş durumda. Geçici değil orta vadede kaybetmiştir. Şunu bilelim: büyümek istiyorsan yabancı sermayeyi getirmek zorundasın. Öyle ortalıkta sermaye karşıtıymışsın ayaklarına yatamazsın. Yabancı sermaye gelince de iş çözülmüyor, bu kez de enflasyon ve cari açığa dikkat edeceksin. Artık paranın halledemeyeceği noktaya geldik. Büyüme için yatırım yapmalısın. Yatırım içinde yerli kaynak kullanmak mümkün değil. Çünkü tasarruf yetersiz. Gerçi acayip inovatif yaklaşımlarla her seferinde; 2 B, paralı askerlik, vergi affı, varlık barışı gibi kaynaklar bulundu. Ama artık tabanı durduracak, onlara sürekli rant aktaracak kaynak bitti. Şimdi ise düşündüler ve ‘kim para kazanıyorsa ondan para alacaklar’. Yeni adres belli: Faiz Lobisi. Hadi kesin bakalım bankalara cezaları. Hem halk helal olsun diyecek hem para gelecek. Bu da yetmiyor. Tabanı küçükleri büyüklerle entegre, iyi bir katma değer yaratacak organizasyonların içine sokamadıkları için her kentsel dönüşümle inşaat üzerinden kaynak pompalıyorlar. Ama yine asıl sorun ötelenmiş oluyor. Halkı inşaata gömüp, özel sermayeyi vergiye gömüp çalışmayan bir mimari ile yolunuza devam edemezsiniz.



Peki bu süreçte gelen FED’in açıklamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

İbrahim Öztürk:
FED’i beklemeyen yok. Kaç defa toplandılar bizi psikolojik olarak hazırladılar. Bu açıklamalar bekleniyordu ama içeride önlemi alamadık. Çünkü açıklama sonrası sıcak paranın Türkiye’de kalması mümkün değil. Çekilme süreci hep böyle olur. Bir bahane uydurulur ve bir anda çıkış yapılır. Ülke olarak yabancı sermayenin geldiği yeri de gidiş zamanını da yönetemiyorsun. Oysa Çin yapıyor. Yabancı satış yapsa dahi çıkışına hemen izin vermiyor. Oysa bu çıkışın olacağı not artışlarından sonra belliydi. Zira not artışından sonra uzun vadeli fon beklerken tam tersi kısa vadeli sıcak para girişi oldu. Bu süreci de yönetemediler. Merkez Bankası’nın paniği önlemek için döviz satışına girmesini doğru bulmadım.



Ekonomide bir çıkış öngörüyor musunuz?

İbrahim Öztürk:
Çıkış şöyle olur: Türkiye’nin bu verdiği teşvikler yabancı sermaye özelinde özellikle iyi yönetilmeli. İçeride kritik üretim açığı olan alanlara yatırımlar yoğunlaştırılmalı. Her şeyden önce de ekonomi işini bilen liyakatli insanlara bırakılmalı. Örneğin TÜBİTAK gibi kurumları siyasallaştırmanın anlamı yok. Ama bu dönem söylediklerimin esamisi okunmaz.