Orta Vadeli Program açıklandıktan sonra ortaya çıkan tabloyu İstanbul Aydın Üniversitesi Ekonomi ve Finans Bölümü Başkanı Prof.Dr. Sedat Aybar ile değerlendirdik:

Türkiye ekonomisinin en önemli sorunu cari açıktı. Ancak şimdi enflasyonun gündeme oturduğunu görüyoruz. Bu değişiklik size göre nasıl okunmalı?
Sedat Aybar:
Türkiye’nin büyüme hızında bir düşüş var. Enflasyon konusu, büyüme hızındaki düşüşe koşut, iç içe geçmiş cari açık, iç tasarruf oranının düşük olması ve işsizlik sorunları ile birlikte değerlendirilmeli. Biliyoruz, bu konular çok konuşuldu, konuşuluyor. Bu sorunlara cevap verebilmemiz, döviz kurlarını, enflasyonu ve faizlerin salınımını eşanlı olarak düşünmemizden geçiyor. Serbest piyasa ekonomisi uygulaması, bunlara müdahale edilmemesi gerektiğini dayatıyor. Büyümenin hızlı olduğu dönemlerde serbest pazar uygulaması pek fazla ekonomik sürtüşme yaratmıyor. Gerçi, uygulama süreci içerisinde sistem bazı kesimleri kayırma, bazılarını cezalandırma konusunda acımasız ama gerçekleşen iktisadi büyüme farklı kesimler arasındaki sürtüşmelerin açığa çıkmasını engelliyor. Büyüme hızındaki yavaşlama zarar gören kesimler arasında huzursuzlukları arttırabilir, bağımsız para politikası, maliye politikalarının devreye daha ağırlıklı olarak girmesiyle enflasyon tetikleyici bir yörüngeye girebilir.
Ayrıca 2023 gibi iddialı bir hedefimiz var. Dünyanın ilk 10 ekonomisine girme, 500 milyar dolar ihracat hedefi sözkonusu. Bu hedeflere nasıl ulaşıldığı bence çok önemlidir. Çünkü birtakım fiyat ve kur politikalarıyla bu hedeflere ulaşmak uzun vadede anlamlı olmayabilir. İhracatımıza konu olan ürünler dünya rekabetçi ortamında bize ayrıcalıklı bir yer sağlamayabilir. Sadece nominal veriler değil, üretim yapısının değişmesi Türkiye’yi ayrıcalıklı ve rekabetçi konuma getirebilir dünyada. Bunun için de ‘emek yoğun üretimden sermaye yoğun ve teknoloji ağırlıklı üretime’ geçmemiz gerekir. Bunu artık herkes üç aşağı-beş yukarı bu şekilde ifade ediyor, tartışıyor. Ama gelişkin bir teknolojik üretimi nasıl becereceğiz, illa ki bunu mu yapmamız lazım, farklı alternatiflerimiz ne olabilir, bu yeterince detaylı ve açık olarak tartışılmıyor. Özellikle küresel işbölümünün yeniden tarif edildiği, Avrupa Birliği ile tam üyelik müzakerelerinin yapıldığı bu dönemde üzerinde durulması gereken konulardır bunlar.
Öte yandan; üretimde katmadeğer sağlanması beşeri sermayenin kuvvetlenmesiyle mümkün olabilir. Bu da Ar-Ge çalışmalarına ayrılan kaynakları, eğitimin niteliğini tartışmayı gerektiriyor. Bu alanlarda pek çok önlem alındığını ve reform yapıldığını biliyoruz, ancak bunların ne kadar yeterli olduğunu, beşeri malzememizin hedeflerimizle uyumlu olup olmadığını izleyip göreceğiz. Türkiye’nin bu alanda şimdiye kadar aldığı yola rağmen çok büyük açığı olduğunu da unutmamak gerekiyor. Bir yandan da sürekli cari açık veren bir ekonomide mutlaka yabancı sermaye akışının reel pozitif faizlerle sağlanması gerektiğini akılda tutmalıyız. Bu durum Türkiye’yi yüksek faiz düşük kur rejimine tutsak edebilmektedir.

Revize edilmiş Orta Vadeli program hakkında görüşünüz nedir?
Sedat Aybar:
Türkiye’de iktisadi yaşam standart ekonomi kitabına göre idare ediliyor. Reel toplumsal yaşamı idare ise ekonomiyi idare etmekten daha farklı bir boyutta bilgi gerektirir. Bir yanda serbest piyasa ekonomisi uygularken diğer yanda 2023 vizyonu doğrultusunda bir ekonomik gelişim çizgisi belirlenmeye çalışılıyor. Burada önemli olan trenin raydan çıkmadan idare edilmesi. Dolayısıyla bazı düzenlemeler de konjonktürel olmak zorunda. Bu anlamda, Türkiye ekonomi yönetimi de; standart bir ders kitabının yazdığı şeyleri uygulamak zorunda. Bu açıdan, kökten bir rejim değişiminden bahsetmiyorsak, A veya B idaresi olmuş, uygulamaların farklı olmasını beklemenin çok fazla bir anlamı yok. Kim olsa aynı iktisadi yöntemleri kullanmak mecburiyetinde kalacak. Türkiye ekonomisinin derinliğine baktığınızda kurumlara, şirketler kesimine, hane halkına, vs. iyi kötü işleyen bir pazar ekonomisinin varlığını teslim etmemiz lazım. Bu şu anlama geliyor: Bölge’de olup biten olaylar, IŞİD, Suriye veya Ukrayna gerginlikleri, AB ile ilişkiler vs. ekonomiyi ciddi anlamda etkilemiyor. Ya da içerideki seçim süreçleri de ekonomi üzerinde belirleyici değil. Büyüme devam ettiği sürece burada çok fazla sorun görünmüyor.
Ancak bu hala yeterli değil. Dünya Bankası, IMF ve de diğer uluslararası finans kuruluşlarının empoze ettikleri neo-liberalizmin kurucularının uygulamalardaki aksaklıklar karşısında keşfettikleri zaaf yetersiz beşeri sermaye idi. Model iyiydi de buna katılan insanlar yetersizdi. Ya çok obezdiler, ya çok sigara - içki içiyorlardı, kendi çıkarlarına olanın ne olduğunu bir türlü rasyonel ‘homo-economicus’tan beklendiği biçimiyle bilemiyorlardı. O halde yapılması gereken şey insanı reforme etmek ona yol göstermekti. İnsanı reforme etmek kültürel, sosyal ve siyasal alanda beceri ve gelişimini hızlandırmak anlamında alındı. Yani neo-liberal model bireylerin düşünme biçimini şekillendirmeye çalıştı, devleti bunun için göreve çağırdı. Ben bu tür devlet müdahaleci modele “dadı devlet” modeli diyorum. Oysa yapılması gereken bazı yapısal reformlar var ve bunların başında, işsizlik ve çalışma hakları reformları geliyor. Aslında gerçekten müreffeh bir toplum istiyorsak; iş güvenliğinin sağlanması, emeklilik hakları, sağlık sistemleri gibi yapıların oluşturulması, finansal reformun yapılması gerekiyor. 

Babacan’ın açıkladığı 2015 ve 2017 OVP’nin mütevazı bulunması hususu ne olacak?
Sedat Aybar:
Konjonktürel bir durumdur. Kriz süreçlerinde de bunu gördük. Örneğin 2008’de AB daralınca ihracat pazarında çeşitlenmeye gittik. Şimdi Ortadoğu’da ve komşu ülkelerde daralma var biz AB’ye ihracatı arttırdık. Hatta yurtdışından şirket satın almalar yapar hale geldik. Afrika pazarı da hala etkinliğini koruyor. Türkiye’nin Afrika’ya yönelmesini bir sömürgeleştirme projesinin dışında görmek zorundayız. Rekabetin de yoğun olduğu sözkonusu pazarlarda kazan-kazan ilişkisi dışında bir çıkışımız olmadığını bilerek hareket etmemizde yarar var.

Üretim aşkı nereden çıktı, tüm bakanların dilinde üretim var?
Sedat Aybar:
Üretimin yapısına bakıyoruz; Türkiye bir tarım ekonomisi ve hızla hizmetler sektörü gelişiyor. Aynı zamanda da nüfusu büyüyor. Hala en büyük istihdam sağlayan sektör olan tarım makineleştiğinde insanlar atıl kalmaya başlıyor. Bu atıl işgücünün bir yerlerde istihdam edilmesi gerekiyor. Sanayi bu artık işgücünü emecek kadar gelişkin olmadığı için işsizlik sorunu büyüyor. Üretim yapalım demekle üretim olmuyor. Devletin elinde çok ciddi bir sanayileşme programı olmasını gerektiriyor. Kısa vadeli sermaye akışlarını teşvik etmeye yönelik faiz uygulamaları üretimi daha az riskli olan ve ticarete konu olmayan bir sektör olan inşaat sektörüne çeviriyor. Üretimin inşaattan daha farklı sektörlere yönelmesi iç tasarrufların arttırılmasını gerektiriyor. Bunun da uzun vadeli sanayi politikalarıyla koordine edilmesi gerekir. 

Hükümet konjonktürel olarak başarılı.Ekonomiyi siyasetten ayıramayız.

Konjonktürü de düşünerek Hükümet’i bu anlamda başarılı buluyor musunuz?
Sedat Aybar:
Serbest piyasa ekonomisinin oturduğu bir ülkeyiz. Hükümet konjonktürel olarak başarılı. Büyümeyi azalarak da olsa devam ettiriyor, enflasyonu kontrol altında tutuyor. Ancak aynı şeyi yapısal dönüşümlerin gerçekleşmesi bağlamında söyleyemeyiz. Ali Babacan da bu koşullar altında ne yapılması gerekiyorsa yapıyor. Ama bir gerçeklik de; reformlar ertelenmeyebilirdi.

Türkiye ekonomisinin bu aşamada yapısal çıkışı yok mu diyorsunuz?
Sedat Aybar:
  Şu anda sistem çelişkiler üreterek de olsa yürüyor. Türkiye, 1945’ten sonra kapitalizm zinciri içinde kaldı ve yapılacaklar artık sınırlı. Ancak neo-liberal modelin dünyaya ne kadar uyumlu olduğu ortada. Yapılması gereken karar alma mekanizmalarının tam anlamıyla demokratikleştirilmesi. Ayrıca bu dönemde öncelik istihdamdır.