Rakamlar şişirme
Liberal bir ekonomist olan Zeyyat Hatipoğlu, Türkiye’de iktisadın bilinmediği kanısında. Dolayısıyla yapılan tüm hesaplamalar ya yanlış, ya da eksik. Örneğin milli gelir ve kişi başına düşen milli gelir hesaplamaları ‘şişirme’ rakamlardan oluşuyor. Ekonomideki tüm sorunlara rağmen ise Ak Parti iktidarı ‘rey ve din’ kavramları dışında iyi performans gösteriyor. Türkiye’deki ekonomiyi değerlendirmeden Avrupa’ya bir göz atıyoruz.
Türkiye’nin en büyük ihracatı Avrupa’ya özelinde
Avrupa, ne olursa olsun çok büyük bir refah toplumudur. Yaşadığı sıkıntıların temelinde yine bu refah toplumu olmasından kaynaklı yaptıklarıdır. Örneğin Avrupa’da sosyal devlet kavramı o kadar çok gelişti ki yapılan harcamaları karşılamak zorlaştı. Sağlık, yaşlılık, geçim yardımları buna örnektir. Dolayısıyla artan maliyetler mevcut üretimlerle karşılanamaz hale gelmiştir. Ama Avrupa’nın içinde ekonomilerin yaşadığı sorun ‘dutch disease’ dir (Hollanda Hastalığı). Hollanda Hastalığı, 1960’lı yıllarda Hollanda’da doğal gaz bulunması sonucu gerçekleşmiştir. Ani zenginleşme kaynağına kavuşan bir ekonomide mevcut üretim faktörlerinin diğer üretim alanlarından çekilip yeni kaynağa yönelmesi sonucunda toplam üretimin azalması anlamına gelir. Yunanistan’ın, İspanya’nın yaşadığı sıkıntı budur. Bu sıkıntıyı 1970’de ve 2000 yıllarında Türkiye de yaşamıştır. Dolayısıyla Avrupa’nın toparlanması uzun vadeye yayılacaktır. Ve Avrupa’nın eskisi gibi sosyal devlet yapısını sürdüremeyeceği kanısındayım. Bir gerçekliği de unutmamak gerekiyor. Dünyanın düzelmesi Amerika’ya bağlıdır.
Türkiye’ye gelirsek rakamlar iyiye gittiğimizi gösteriyor. Ama siz büyümenin sürdürülemez olduğunu söylüyorsunuz neden?
Dolayısıyla ekonomimin yabancı sermayeden nasıl etkilendiği ise maalesef yeterince tartışılmıyor. Dostoyevski 150 yıl önce, ‘insanlar bir gün ekmek meselesini halledecekler ama kadın meselesini halledemeyecekler. Çünkü ekmek meselesi konuşuluyor ama kadın konuşmuyor’ derdi. Türkiye’nin durumu da buna benziyor. Türkiye’de ekonomi konuşulmuyor. Çünkü bilmiyorlar. Türkiye’de okuttuğumuz kitaplar Amerika kitaplarının tercümesi. O kitaplarda Türkiye’nin bugünkü sorunlarını aydınlatacak bir teori yok. Mühim olan teoridir. Dolayısıyla Türkiye nereye gidiyor? Bugün Türkiye olabileceği durumun en iyisi olan durumdadır. Bunda hükümetin payı büyüktür. Ama önemli olan pazar-fiyat ekonomisinin işlemesidir. Şimdi Türkiye’nin milli geliri olarak 750 milyar TL diyorlar. Tabi bu şişirme rakamlardır. Biz milli geliri 500 milyar dolar dersek, Türkiye’nin gelişimi yabancı sermayeye bağlıdır. Zira Türkiye’de tasarruf oranları tarihin en düşük rakamlarıdır. Demek ki borçlanarak büyüyoruz. Zira yerli tasarruf yüzde 12, yatırım ise yüzde 19-20 düzeyinde. Aradaki fark yabancı sermayededir. Bir gerçekliği görmekte fayda var; doğrudan yabancı sermaye ile sıcak para girişi arasında bir fark yoktur. Avantajları bir yana yarattığı problem de aynıdır: emek fiyatlarını artırır. Dolayısıyla Türkiye için emek fiyatları yüksektir. Teorik olarak bakarsak da bu emek fiyatlarıyla büyümenin sürdürülebilir olması imkansızdır. Diğer durum ise dış girişlerdir (yabancı girişlerin her türü). Türkiye’de dış girişler fevkalade yüksektir. Bu dış girişlere döviz cinsinden her türlü girişi sayarsak yine emek fiyatları yüksektir.
Yani Türkiye sermaye gelirleri ile emek gelirleri
Sermaye geliri ile emek geliri 1930’lu yıllardaki teorik kuralı ortaya çıkarıyor. Pazar-fiyat sisteminin olduğu ekonomilerde bu denge değiştirilemez. Örneğin SSCB’ye bakarsak bu dengeyi değiştirdiklerini düşündüler. Emek gelirleri yüksek görünüyordu ama o paralar komünist parti üyelerinin yastık altından çıktı. Şimdi konuyu biraz açalım. 1950 ile 1975 arasında Türkiye’nin büyüme hızının yüzde 6.14 olduğu söyleniyor. Hesaba göre yüzde 45-55 olan sermaye ve emek gelirinin yüzde 19-81 şeklinde hesaplanması gerekir. Bu da imkansız olduğuna göre Türkiye sözkonusu yıllar arasında yüzde 6.14 büyümedi. Yani bir ekonominin Pazar- fiyat sisteminde olması, ithalat ve ihracat yapması, ulusal ekonomiye entegre olmasını istiyorsanız bu denge ile oynayamazsınız. Gerçek büyüme demek ki yüzde 4, 4.5’tir. Ondan sonraki 30 sene de yüzde 4 oldu. Türkiye hiçbir zaman yüzde 5 büyüyemez. Kısa vadeli olur ama uzun vadeli imkansız. Türkiye’nin 2002 ve 2012 arasındaki büyüme hızı da yüzde 4’tür. Bu büyüme oranlarıyla 2023 hedefleri ise olmayacak duaya amin demektir.
Rakamlar bilinçli olarak şişiriliyor mu?
Türkiye’ye bakınca kişi başına milli gelirin bu nedenle 3 bin 500 dolardan 10 bin 500 dolara çıkması da imkansız. Çünkü bu yüzde 11 büyüme anlamına gelir. Yanlış büyük. Özellikle verimlilik hesaplamaları da yanlıştır. Çünkü gelir dağılımının iyi olması ve düzelmesi için verimlilik oranının yüksek olması gerekiyor. Çünkü verimlilikte artış son 70 yılda yüzde 4.12 olan büyüme hızımızın yüzde 5’i kadardır. Büyümenin kaynağı daha fazla sermayedir. Öyle bir zemin yok. İktisatçılar yanlış söylüyor, bilmiyor ya da yalan söylüyorlar. Türkiye’de nüfus artışı yüzde 1.2, ama sermaye büyümesi o kadar değil. Çünkü Türkiye’de gelirlerin yüzde 70’i dolaylı vergilerden. Kanaatimce büyümenin olması için acil dolaylı vergilerin de artırılması gerekiyor. Gerçek milli gelir rakamımız ise 7 bin 500 ile 8 bin dolar arasındadır.
Tüm bu anlattıklarınıza bir ara verirsek Fitch’in not artırmasına ne diyeceksiniz?
Türkiye’de Ak Parti hükümetinin önlemler almadığı takdirde Haziran 2013’te ciddi bir krize girebileceğini söyledim. Fitch’in not artırımı bu öngörüyü biraz öteler. Ama sadece öteler. Çünkü not artırımıyla beraber mutakabiliyet yasası da önemli. Çünkü her iki gelişme de yabancı sermayenin Türkiye’ye gelmesi anlamına geliyor. Türkiye ekonomisine etkisi kısa sürede olumlu olsa da bu tasarruf oranları nedeniyle Türkiye’nin istenilen düzeydeki gelişmesine yardımcı olmaz. Kısa vadede Türkiye’nin yüzde 4 büyüme oranında devam edeceğini düşünüyorum. Yüzde 1’in üzerindeki nüfus artışına göre bu büyüme oranı iyidir. Kısa vade için de bir takım önlemler alınmalı.
Peki nedir bu önlemler?
İlk aşamada doların gerçek değerine ulaştırılması gerekiyor. Bu da 2 liranın üstü anlamına geliyor. Çok yavaş bir düzenleme ile bu gerçekleşmeli. Gerçi Merkez Bankası’nın görüşü de bu doğrultuda. TL’nin aşırı değerlendiği ifade edilmeye başlandı. Ayrıca faizler önemli. Türkiye vatandaşı için faiz yüzde sıfır. Ama yabancı için çok yüksek. Bu faiz de ciddi sermaye akımı getiriyor. Bu çok önemli bir sıkıntı. Faizi tasarruf oranları nedeniyle düşüremezsiniz ama doları yükseltmeniz mümkün, böylece yabancılara verilen faiz oranları da düşürülebilir. Yani faiz lobisine katılmıyorum. Yabancı girişlerin azalması da milli gelirin azalması anlamına gelir, büyümenin yavaşlaması anlamına gelir. Buna da katlanacağız. Hükümet ise bu süreçte rey kaygısı nedeniyle alması gereken önlemleri almıyor.
Sıralarsak: Doların 2 bin 500’e çıkması gerekir. Faiz oranları düşürülmeden bu yapılmalı. Tasarruf oranlarının artması gerekiyor. Özelleştirmelere hız verilmeli. Dolaylı vergiler artırılmalı. Emeklilik yaşının yükseltilmesi gerekiyor. Devletin sosyal yardımlarda konuta yönelmesi gerekiyor. Cari açığın gayri safi milli hasılanın yüzde 5’ini geçmemesi gerekiyor. Bankaların üzerindeki baskının azaltılması gerekiyor. Siyasette ise; komşu ve gayri komşular ile sıcak ilişkiler kurulmalı. Şiiler ile Sünnilerin ayrılmaması önemli. Türkiye’de üniversite sayısı ise 60-70’de kalmalı.