Üsküp’te bulunuşlarını fırsat bilerek bir kültür turu da yaptıklarını aktaran Dr. Akkan Suver, şunları dile getiriyor: “Güzel ve o nispette çağın şartlarına uygun bir tiyatro binası yapmışlar. Gerçekte 1963 Üsküp depreminde yerle bir olan tiyatro binasını aslına sadık kalarak yenilemişler. Büyük bir keyifle gezdiğimiz tiyatro binasından çıkarken, ‘Darısı bizim Taksim’deki Atatürk Kültür Merkezi’nin başına’ diye içimden geçirdim.
Hemen ilerisinde Milli Müze’yi kurmuşlar. Osmanlı’nın Berlin Antlaşması’yla Balkanlar’dan ayrılmasını başlangıç olarak kabul eden bir anlayışla dünden bugüne bir konsept halinde, geçirdikleri dönemleri Milli Müze’de resimlerle, heykellerle, vesikalarla, fotoğraflarla ve o günlerden kalan eşyalarla aksettirmeye çalışmışlar. Acıyı, kanı ve ızdırabı biraz fazladan yansıttıkları bu Müze’de, Osmanlı’nın Meşrutiyet İlanı’nın Üsküp’teki akislerine bütün canlılığıyla tanık olabilirsiniz.
Jön Türkler’in Balkanlar’daki efsane isimlerinin balmumundan heykellerini burada bulabilirsiniz. İbrahim Temo, Sami Fraşeri bütün heybetiyle salonda yerlerini almışlar. Resneli Niyazi bir başka köşede adeta ‘Merhaba’ diyecek kadar canlı!
Ve Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra tertiplenmiş salonun kapısında Mustafa Kemal Paşa’yla karşılaşıyorsunuz. Yanına ise bir hatıra ve kadirbilirlilik olarak O’na aşık olan Makedon kızı Elena’nın heykelini koymuşlar. Sanki ‘bizden biri’ der gibiler.
Bir ayrı bölümde ise Tito ve komünizm döneminin Makedonyası sergileniyor. Burada da tanıdıklara rast geliyorum. Geçen yıl kaybettiğimiz eski Cumhurbaşkanı Kiri Gligorov, Yugoslavya döneminde ne gibi haksızlıklara maruz kalmış onlara şahit oluyoruz. Milli Müze, Makedon gençleri için önemli bir geçmişe yolculuk tüneli olmuş diyebiliriz.
Milli Müze’nin tam karşısında ise Holokost Anı Evi yapılmış. Dokuz bine yakın Makedonyalı Yahudi’nin Trebinitze Konsantrasyon Kampı’nda nasıl yok edildiğine burada tanık oluyorsunuz. Bir daha insanlığın başına böyle bir belanın gelmemesi için yapılan bu soykırım müzesinde gördüklerimiz yaşanan facianın bütün acısını bize kalın çizgilerle hissettirdi. Hitler'in zalimliğine, Bulgar sempatizanların yaklaşımlarıyla ortak oldukları bu cinayetler, yirminci yüzyılın yüz karası olarak Üsküp’te çağdaş bir yapıda ölümsüzleştirilmiş.
Izdırap dolu ziyaretten sonra ünlü Teresa Ana’nın Müzesi'ni ziyaret ettik. Teresa Ana, bir Katolik azizesi. Ben O’nu Arnavut bilirdim. Arnavut asıllı olduğunu ama Makedonya’da doğduğunu yeni öğrendim. Ayrıca Makedonya Arnavutu olan Teresa Ana’nın gerçek adının Gonca Boyacıoğlu olduğunu da evi gezerken rehberimiz söyledi. Doğum belgesi ve aile fotoğrafında Gonca Boyacıoğlu diye yazdığını da gördük.”
Kısa ama verimli bir seyahat yaptıklarını kaydeden Suver, “Üsküp, sanat eserleriyle Balkanlarda yeni bir cazibe merkezi olmaya aday. Demokrasi ve insana saygıyı kendine rehber edinen multikültüralizmin gerçek örneği Makedon milletini emin adımlarla Balkan coğrafyasında hakettiği yeri almanın huzuru içinde gördük dersek yeridir” dedi.